Pages

30 Mart 2008 Pazar

Ortaya Karışık Chapter 2

Hayatım boyunca asla mükemmeliyetçi biri olmadım. İyi birşey mi yapıyorum yoksa kötü birşey mi bilmiyorum ama memnunum galiba. Yani hırs nereye kadar mutlu eder ki insanı? Açgözlü biriyim evet ama hırslı değilim. Her zaman daha fazlasını isteyen ama hırs yapıp onun için çalışma zahmetine girmeye üşenen tipler vardır ya, işte onlardanım ben. Sonra da etrafımızdakileri suçlarız biz ehehe.

Üç haftadır çıkarıp çıkarıp çiğnediğim sakızım yine ağzımda, bir yandan film izleyip bir yandan "kalbiniz kadar temiz" bu sayfayı pisletiyorum. Amacım kalbinize zarar vermek değil, pisletecek yer arıyorum. Eğer aşırı istek olursa yazı sonunda mani bile savurabilirim.

Rüyamda kendimi noel ayininden çıkmış, kar yağarken sokakta yürüyen bir hristiyan olarak gördüm. Aslında hristiyan değildim, sadece noel ayininden çıkmıştım. Yanından geçtiğim müzik markette Hier Encore çalıyordu. Ben de 20 yaşındaydım zaten, uyumlu olmuştu. Evet akşam c.r.a.z.y.'yi izlemiştim kabul ediyorum. Onun öncesinde de Eternal Sunshine Of The Spotless Mind'ı izlemiştim ama onunla ilgili bir rüya görmemiştim. Sadece sokakta yürürken saçlarım maviydi o kadar. Adım Clementine...
Havalar da kötü şansıma. Kendimi eve kapatacak bahane oldu. Tüm gün Beck dinleyip, film izleyip, kitaplarla haşır neşir olmak ve karpuz büyütme denilen eylemi gerçekleştirmek ne sakin birşeymiş. Hele kitaplarla haşır neşir olmak... Okumasan bile şöyle bir kitaplığın dibinde kitap karıştırmak bile insana bir bilmişlik, filozofluk katıyor. Filozof olmaya meyilli miyiz? Olabilir. Peki istiyor muyuz? Eğer öss'den birşey çıkaramazsak neden olmasın? Evde kimsecikler yoksa ve anne "çocuum yesin" diye masanın üstüne yemek kategorisinden birşeyler bırakmışsa, yüksek sesle şarkı bile söyleyebiliriz. Söyledik de, o bet sesimize rağmen. Midemiz dolduğu için biraz zor oldu ama oldu. Bir yanımda Marxizm,Leninizm ve Tenkidi diğer yanımda İdam Gecesi Anıları acaba hangisini okursam yarına sulanmış beynim ve salya akıtan ağzım çıkar diye merak ediyorum. Yok yok elime gırgır, leman ve penguen in son sayılarını aldım merak yapmayın ölmedim.
Bana kıtaların keşfi ve küçülen dünya'yla ilgili vereceğiniz bir döküman var mı sayın dostlarım? Zira haftaya coğrafya hayatımı kurtaracak bir ödev vermem gerek ve elimde hiçbirşey yok. Aklıma da şu Hindistan'ı bulduğunu sanıp Amerika'yı yumurtlayan adam dışında hiçbirşey gelmiyor. Duvarımda "bu dönem de coğrafyayı çuvallicaksın niahhaha" der gibi bakan Janis Joplin posterine ölümcül bir bakış attım. Sustu. Ben de annemin yaptığı cevizli keki yemeye devam ettim "haftaya daha yıllar var yaparız turşum sıkma sen güzel canını" diyerek ve Beck- Everybody's gonna learn sometimes dinledim, tüm üşengeçlere armağan ettim xD

"2004 sevgililer günü hakkında akla gelen fikirler... Bugün posta kartı şirketleri tarafından insanlar kendilerini kötü hissetsinler diye bulunmuş bir gündür. Bugün işi astım. Trene atlayıp Montauk'a gittim. Neden bilmiyorum. Aklına eseni yapan biri değilim aslında. Bu sabah kötü kalktığım için herhalde. Arabamı tamir ettirmeliyim... Kumsalda hava çok soğuk. Şubatın ortasındayız. Unuttun mu Joe? Bazı sayfalar yırtılmış. Bunu yaptığımı hatırlamıyorum. 2 yıldır ilk kez birşeyler yazıyorum... Kum abartılıyor, altı üstü küçük taşlar işte..."

25 Mart 2008 Salı

Persepolis

Son zamanlarda izlediğim en iyi animasyonlardan biri diyebilirim sanırım. Çizgi romanmış başta. Marjane Satrapi imzalı. Beyaz perdeye siyah beyaz olarak 2007 yılında taşınmış. Belgesel niteliğinde ( bu "niteliğinde" kelimesini cümle içinde kullanmayı nedense çok seviyorum!). Gösterime girdiği bazı ülkelerde tartışma konusu olmuş. Bizde de oldu birkaç kanalda. "Alın işte Türkiye'nin içinde bulunduğu tehlikeli durumu birbir göstermişler, sonumuz İran gibi olacak." diye tartışmalar falan oldu.

Animasyonun konusu kısaca şöyle; 1978, İran'daki Şah rejiminin yıkılması, umut edilen yeni bir düzen, yeni bir hayat, yıkılan hayaller, yeni gelen molla rejimi ve tüm bunların ortasında kalmış küçük kız çocuğu Marjane ( film tanıtımını da ne ballı kaymaklı yaparmış bizim Turşu heyt heyt)...



Filmin kritiğine geçmek istiyorum. En başta da dediğim gibi son zamanlarda izlediğim en başarılı animasyonlardan biri. "8 yaşındaysanız ve aşıksanız hayat çok güzel." kalıbını delip geçen ve evde "Şah'a ölüm, Şah'a ölüm, Şah'a ölüm" şeklinde yumruğu havada dolaşan, büyüyünce peygamber olacağını sanan, yaşlanmayı yasaklayarak yaşlılığı önlemeyi düşünen, geceleri tanrıyla muhabbet eden ( filmde tanrı betimlemesi ak sakallı, ton ton dede kıvamında bir ihtiyar) 8 yaşında küçük Marjane film boyunca olayları inceleyen gözünüz oluyor. Bazen "vay be öyleymiş cidden, ne zamanlarmış ama" diye söyleniyorsunuz bazen de kızın olaylara verdiği tepkilere bakıp kahkahalar atıyorsunuz. "Çizgi film lem bu izletme bize böyle şeyler" diye Avatar gibi saygı duyulası, muhteşem çızgılı diziyi bile ters çeviren anne-baba ikilisi bile oturup ilgiyle izlediler yani düşünün. İzlerken yorum bilem yaptılar, çok da memnun kaldılar. Yüzlerinden anladım. Filmin en sevdiğim sahnelerinden birine değinmek istiyorum. 14 yaşında, baskıya artık dayanamayan kahramanımız Marjane annesinden aldığı 50 lirayla ( lira dedim ya auhauhah aklıma gelmedi para birimi anlayın işte xD) ve "punk is not dead" ceketiyle sokaklarda albüm arayışı içine girmiştir. Bir grup adamın arasından geçerken "Pink Floyd", "Bee Gees", "Rolling Stones" gibi isimleri geride bırakıp "Iron Maiden" diye fısıldayan adamla pazarlık yapıp albümü kaptığı gibi eve doğru yol alırken iki tane "abla" (bizim burda öyle diyorlar ya xD) tarafından köşede sıkıştırılır. 2 saniyede nasıl bir yalan söyleme potansiyeli varsa artık kızda, üvey annem eve gitmezsem öldürür beni vs vs sıkıp kurtuluyor ellerinden. Bir başka sahneden bir replik koymak istiyorum buraya.

(otobüsü kaçıran ve arkasından koşturan Marjane arabalı polisler tarafından durdurulur.)

- Baş örtülü bayan koşmayın, durun, uyarıyoruz bayan koşmayın durun!

-( Marjane durur polislere bakar.) Buyrun memur bey?

- Bayan neden koştuğunuzu söyler misiniz acaba?

-Otobüsü yakalamaya çalışıyorum, çok önemli bir sınavı kaçırmak üzereyim. Ne oldu acaba?

- Koşarken kalçanız sallanıyor bayan, uygunsuz bir görüntü ortaya çıkıyor. Lütfen koşmayınız.

-Siz de bir zahmet kalçalarıma bakmayın!

Evet böyle repliklerle çok sık karşılaşabiliyorsunuz filmde. Marjane'ın okulda verilen bir konferans sırasında kız öğrencileri daha bol ve daha kapalı kıyafetler giymek konusunda uyaran konuşmacıya erkeklerin kızlardan dolayı tahrik olabileceği gibi, kızların da erkeklerden tahrik olmasının çok normal birşey olduğunu, durum böyleyse erkeklerin de kapanması gerektiğini anlatma çabaları da ayrı güldürmüştür beni. Herneyse fazla anlatmaya gerek yok. Elinize geçirin ve izleyin derim ben. Zira olur da sansürlenir film, yasaklanır vs. elinizde bulunsun, yoksun kalmayın bundan. İyi seyirler efenm...

24 Mart 2008 Pazartesi

Screaming Mimi

İsim itibariyle gördüğüm anda "aha bizim Mimi Wonka deliliğin eşiğine gelmiş noluyoruz huleyn" moduna girdiğimi söylemek isterim. Myspace sayfasını açıp baktığımda Ne solist hatun Mimi'ye benzer ne de ses. Rahatladım, "oh süper daha değil" dedim. İlgimi çekti kendileri. Bakındım şöyle bir profillerine. Ben bakarken de Dirtypillowslip çalıyordu arkadan. İngilterenin biricik indie grupları listesinden hoş bir grup. Resimlerin hemen hemen hepsinde solist bayan elinden telefonu düşürmemekte. "Fobim var yapmayın huleyn!" demek istiyorum ama Who is Louise başlıyor playistte. Pek hoşmuş be kuzum diyorum yine Dirtpillowslip başlıyor. Just because its done for love ve dorothy millette dinliyorum biraz daha. Sonra kapatıyorum sayfayı Steve Wonder- part time a lover dinliyorum xD

Die Unterrichtsfächer und Die Schulsachen

Bir haftadır hergün girdim bloga ama hiçbir şey yazmak gelmedi içimden. Ya da içimden geldi de aklıma birşey gelmedi. Aslında vardı yazacak şeyler ama nerden başlayacağımı bilemedim. Yapmak istediğim onlarca şey var b.g.b.y.o.g. insan. Öyle uçuk kaçık, gerçekleşmesi için yıllar geçmesi gereken şeyler de değil. Onları aştım zaten zamanı gelince birbir gerçekleşecek. Ama bunlar farklı. Daha sıradan uğraşlar. Çok tembelim belki de o yüzden. Her ay gitmem gerekirken 3 aydır dişçiye bile uğramadım, bu haftasonu umarım xD Resim çizmeye devam etmek istiyorum ama olmuyor. Elime alıyorum 3B faber castell, bembeyaz resim kağıdıyla bakışmaktan başka birşey gelmiyor elimden. Niye böyle oldu anlamıyorum ama tam birşeye heves ettiğim anda onunla ilgili tüm bilgim becerim gidiveriyor. Çevresel etmenler de yok değil. Aylardır benden yaşlı olduğunu tahmin ettiğim fotoğraf makinesinin tamir edilmesini bekliyorum. Çok büyük projelerim var inanmazsın! Evinde 20-25 tane kedi besleyen o yaşlı teyzeyi görmeye gidicem. Ama fotoğraf makinesiyle değil de önce 2.5 kglık kedi mamasıyla kapıyı tıklatmalıyım. Almıyormuş ilk günler teyzem içeri. Şöyle iyice kedi sevdiğini belli etmen gerekiyormuş. Mamalar o amaçla... Arabaların altından kedi pisi pisileye de bilirim evet, illa teyzeme kendimi ispat etmek zorunda değilim ama o atmosferi görmeliyim anlatabiliyor muyum sevgili b.g.b.y.o.g. insan?

Sonra bir de kıyafet dikmek istiyorum. Yazın çok yaptım, güzel de oldular. İdolüm Eddie Sedgwick efenm. Birçok yönüyle sevdim o kadını, kıyafetlerine ayrı aşığımdır. Dikmek dedim ama benimki kes-biç-doğra usulü, yanlış anlaşılmasın ortaya ciddi ciddi kıyafet çıkardığımı falan düşünmenizi istemem ehuheuhe xD Gerçi ben o kıyafet benzeri şeyleri giymeyi seviyorum ama olsun, kıyafet demeyelim onlara, sonra başka bir isim buluruz...

Şu masalın birinci bölümünü bitirmek istiyorum en çok. 5 kere en baştan başlamışımdır sanırsam. Esinlenmeler fazla oluyor be kuzum. Ben onlara kendi içimde araklamaca diyorum da millete ayıp olmasın, "esinlenmeler çok fazla" şeklinde kakalıyorum.

İşin komik tarafı bu fikirler, eyleme geçme istekleri, şevkler hep ders çalışırken aklıma geliyor. Bak mesela yarın almanca yazılım olmasa ben buraya oturup yazmaya başlamayacaktım ki! Tamam "ders çalışmak" fazlaca komik bir öbek oldu, kabul ediyorum ama anlamışsındır sen işte. Birtek annem anlamaz xD

-Yine oturdun o bilgisayarın başınaaaa !!!
- 2 hafta sonra coğrafyadan dönem ödevi teslim edicem, ona bakıyorum izin verirsen!!!!

Evet virgüllü kısma kadar doğru ama şöyle güzide grup The Long Blondes ardından biraz da Screaming Mimi dinleyip, myspace karıştırmak dururken Die unterrichtsfächer und die schulsachen bilmem neleri ezberlemeye ne gerenk var ki ? Almanca sevmediğimden değil efenm yanlış anlaşılmasın, yabancı dillerin hepisine birden büyük bir ilgim vardır, ama konu ders olunca sıkıyor biyerde cağnım! Bir hoca da "hadi çocuklar bugün rammstein- mann gegen mann çeviricez" diye gelmiyor ki be kuzum. Adam bir konuşmaya başlıyor, cümleyi bitirdiği zaman karşısında "meeee meeee" diye koyun kuzu pozisyonunu alıyorsun.

Az önce annemin sandığını açtım, içindekileri uzun yıllar karıştırdığım için artık orası benim mekan. Nerde ne var ne yok biliyorum. Koklamak için açtım zaten! O naftalin kokusu ve annemin incik boncuk kolyeleri arasında geçmedi mi çocukluğum? Bakma öyle! 1 haftadır babamın beyaz yünlü kazağıyla dolaşıyorum ben. Havalar sıcak, millet tişört modunda, bendeniz o pamuk gibi şeyin içine girip bir yumak halini alıyorum. Anneannem babişkoya örmüş çok çok eskiden. Babamda hatırası büyük yani. Dolabımda giyecek birşey olmadığını farkedip annemlerin dolabı karıştırdığım sırada buldum. Zaten Turşu'nun kendisine ait doğru dürüst hiçbir şeyi olmamıştır ki! Nerde görülmüş? Anne- baba- abi üçlüsünün yanı sıra arkadaşların pantolonlarını alıp terziye götürüp kapri yaptırma çabaları, ordan burdan araklamaca polarlar vs. gül gibi geçinip gidiyorum. Ailedeki insanların kıyafetleri ayrı güzeldir ama benim için. Abimin polarları, kazakları, tişörtleri bir garip kokar mesela. Massive Attack- Nico- Nick Cave karışımı birşey bu. Birkaç kokuyu ayırt etsem de hala karışımın tamamının formülünü çıkaramadım ehuhehe ( çok Baptiste gördüm kendimi). Babamınkiler 60lar 70ler kokar. Nasıl kokar bu 60lar 70ler diye sormayınız anlatamam. Açın bir Natalie Carbone- Hasta Siempre ne demek istediğimi anlayacak, aynı kokuyu siz de algılayacaksınız. Anneminkilerse azcık Nina Simone azcık Patti Smith azcık da Nancy Sinatra kokuyor, dün farkettim. Bana 25 yıl öncesinde aldığı ama giymediği bir tuniği hediye etti. Koklaya koklaya bir hal oldum ama evet evet China Bird my heart, is yearning for youu diyesiniz geliyor giyince. Hala üstümde babamın kazağı var tüylü tüylü ooh. Annem "omuzların yetmemiş kazağa ahahaha" diye güldü. Babam "boşver kızım ne anlar senin annen maneviyattan, çok güzel olmuş" diye gaz verdi. Etkiye tepki ben de " Evet evet süper oldu bence de, babaa sizin dolapta daha birsürü şey gördüm ki ben, hırkalar, v yaka sweat ler, bol bol kazak oooh kullanırık ortaklaşa kapiş?" "hı hı evet ne güzel olur" diye bir cevap, söylediğine pişman olmuş babişko xD Yaşasın beleş yaşam yaşasın paspallık diyor ve geçiyorum efenm...

17 Mart 2008 Pazartesi

Zeka Küpü Senii !

Son 2 buçuk saattir annemin ezici bakışları altında kendimden geçsem de bugün birşeyler karalayıp öyle kapatayım bu bilgas şeysini. Bir insan çocuğu bilgisayar başında zaman geçiriyor diye bu kadar mı huzursuz olur?



- 2 senedir bütünleştin bu aletle bakalım lisenin kalan iki senesini nasıl geçireceksin? Çook merak ediyorum! Hıh!



Ahahaha komik bu kadın. O keskin, sinirli bakışların altında çok farklı bir anne yatıyor hissedebiliyorum bunu.

Herneyse, hani bir yabancıya dertlerini açmak bazen en iyi rahatlama yöntemidir teorisi varya, cık cık bugün test ettim onaylanmadı tarafımdan. Gıygıdı gıygıdı kursundan çıkmış sokakta öylesine sürterken üşüdüğümü farkedip kafeye girdim. Bir çay isteyip şöyle kafamı dinleyip, susup düşünmekti tüm isteğim. Kafede çalışan ve çalışmaya başladığı günden beri kafenin müzik kültürünü 360 derece değiştirip, Bob Dylan'ın yerini garip tekno müzikler çalan güzide garsonumuz hemen yanımda bitti.
- Sen hani mp4ünün usb kablosunu getircektin de buraya müzik atıcaktık?
- Unutmuşum getiririm bir ara
- Sende bugün birşey var!
- (Allah allah ne acaba !) Yok canım nerden çıkardın?
- Bir üzgünlük, bir durgunluk seziyorum.
- (Hadi ya) Hayır sadece sakinim o kadar.
- Yok yok var sende birşeyler anlarım ben.
- Ya sadece düşünüyorum öylesine, kafamı dinliyorum vs.
- Evet seni anlıyorum o son günlerde bende de var, sadece düşünüyorum içimden hiçbirşey yapmak gelmiyor =/
- Hımmm ama bende gerçekten birşey yok yani sadece çay içiyorum
- Bana anlatabilirsin ya cidden
- (Kendin kaşındın adamım) Benim içimden birsürü şey yapmak geliyor aksine. Ama yapmıyorum. Onun yerien şuan çay içiyorum.
- Hadi anlat neyin var?

He illa biyerlerimden bir problem çıkarmalıyım yoksa rahat bırakmayacaksın dimi beni? Neyse anlatıyorum birkaç şey. Beyefendinin verdiği cevaplar sorunlarımdan da komik:

- Bence sen birinden hoşlanıyorsun ve ona açılmaya çalışıyorsun.
- Ne açılması halooooo biliyor zaten hani o da benden... hanii?
- Bence konuşmalısınız, yani tanımıyor diyorsun anlatmalısın o zaman
- (Beyninle evlenmek isterim genç adam, 10 dakikalık beyin fırtınasından bunu çıkardın ha?) ...
- Heee aydınlandım sağol
- Bence senin birlikte olduğun biri yok. Birinden hoşlanıyorsun ama açılamıyorsun bildim dimi bildim?
- (Hı hı evet seni zeka küpü seni çözdün olayı) Hayır efenim anlatamıyorum ben sana. Bir sorunum yok benim kıçımdan uyduruyorum bunları, konuşmak için konuşuyorum yani?
- Valla ben de kötüyüm bea. Bak benim de sevgilim yok =/

Sevgili garsoncuğumun derdi başkaymış beah. Fazla uzatmadan onu dımçık dımçık ritimleriyle başbaşa bırakarak kendimi karanlık sokağa atıyorum dırı dı dınnnnn. Gitmeden de "kimseye söyleme lan" diye uyarıyorum kendisini kehkehkeh. Azcık daha geziniyorum, son otobüsü de kaçırdın ara babayı gelsin alsın, işi ne!
Yabancı birine derdinizi yada biyerlerinizden uydurduğunuz ve millete dert diye kakaladığınız şeyleri anlatırken yabancının nasıl bir yabancı olduğuna dikkat ediniz efenim. Bu akşamdan sonra artık bir yabancı değil o dımtıs dımtıs garson. Geliş geçiş selam verecek, yanımda ne zaman bir erkek görse kaş göz işareti yapıp kenarda köşede "bu mu, bu mu" diye sorguya çekecek. Aman garip insan aman dikkat!

15 Mart 2008 Cumartesi

I'd Rather Dance With You


"Algının kapıları kapatıldığında evren olduğu gibi; önceliği ve sonsuzluğu içinde görülebilir." Şimdi nerden esti rüyanda mı gördün William Blake'i lan diyorsunuz içinizden. Evet efem rüyamda gördüm. Otorite karşıtlığı ve zenci çocuğun neden zenci olduğu üzerine konuştuk. Daha doğrusu ben onun gözünden çıkan solucanlara bakıp kıkırdadım o da masumiyetten falan bahsetti işte. Bu garip insanlarla garip rüyalar genlerimizden geliyor bence. Annem de Erdal İnönü'yle evlendiğini falan görmüştü geçenlerde rüyasında. Babam daha genç birini bulamadın mı diye dalga geçmişti hatta. Her neyse sabah sabah kafanızı, hem sizinkini hem de kendi kafamı böyle şeylerle meşgul etmek istemiyorum, zira çok güzel ve sade bir sabah yaşıyorum. Her nekadar saat 12:15 olsa da. Bugün evden hiç çıkmak istemiyorum. Bunalım falan takıldığımdan değil. Hava çok güzel, odama güneş giriyor, cıvıl cıvıl mod yani. Annemin odama temizlik için dalmasıyla uyandım. Yaklaşık bir buçuk saat yatak keyfi yaptım. Annem duştayken telefon çaldı, sıcacık yataktan kalkıp, merdivenleri inip, salona dalıp telefonu kaptım. Arayan annemin yengesi.

- Turşucum günaydın nasılsın?

- Höh uyuyodum uyandım.

- Ay yavrucum tüh uyandırdım seni de görüyomusun?

- Evet ama no prablım zaten uyanıcaktım hava güzel. Annemi veriyim mi?

- Olur güzelim ver bakalım.
- Valide sultaaaaan! telefon getiriyorum sanaa! Algının kapılarını aç hemen!

Biraz karı muhabbeti dinleyeyim de güne neşeli başlayayım diye paralele dadanıcaktım da sonradan zaten neşeliyiz be güzelim gel bi duş alalım dedim kendime. Karşı evdeki küçük kızların yavru köpecikle oyunlarını seyrede seyrede kahvaltı yaptım. Annemin çayını koyup onu sabah siyaset programlarıyla baş başa bırakıp bilgisayar başına geçip bu sade sabahı özetlemek için blog a daldım.

"Sabah sabah bu güneşli günde HIM mi dinlenir Merviş lan! " ile başlayan cümlemden 20 dakika sonra Merviş'le HIM playisti yaparken buldum kendimi. Evet HIM her havada, her ortamda dinlenir unutmamak lazım. Siz şarkının ruh haline değil de şarkı sizin ruh halinize giriyor. Valla...

Tüm günümü evde geçirmek üzere planladım. Çay içip, film izleyip ( Party Monster'ım indi hobaley!), blog a gerekli gereksiz şeyler karalayıp, msnde benimle aynı şeyler yapacak tiplerle muhabbet edicem. Ara sıra yandaki evin bahçesine dalıp yavru köpeği sevebilirim. Ya da evde kimse olmadığına göre sokak kedisi sokarım içeri. Evet iyi fikir... Güzel bir gün olacak, iyiyim iyi...

9 Mart 2008 Pazar

Sevgi KeBelekleri




Bahar mı geliyor ne? Merviş'le pek bir alıştık sanırsam. Yakında oramızdan buramızdan sevgi kelebekleri falan çıkacak. Garip bir ruh hali. Goldfrapp, A Fine Frenzy ya da Matt Wertz dinlerken karşıma geçip suratıma bakan adam sanki dünyada kötü hiçbirşey olmuyor da insanlar kardeş kardeş geçiniyor sanır. Ciddiyim. Yeni bir hobi edindim 1 buçuk saat önce. Mutluluğun fotoğraflarını toplamaca oynuyorum. Buldum bir iki tane. Yakında sıkılabilirim. Sınavlar üstüste gelebilir, sıkıcı, bezmiş bir ruh hali içine girebilirim, havalar kötüleşir, yolda ölmüş bir kedi görürüm vs vs. Ama şuan güzel bir uğraş efem. Babam evdeki fotoğraf makinesini tamire götürürse mutluluğun fotoğraflarını kendim bile çekebilirim. Resmini çizmek isterdim ama 3 yıl önce o yeteneğimi körelttim. Şimdi elime kalem kağıt alınca anca Stewie falan çizebiliyorum. Ama Stewie'yle de mutluyum ben. Yeni hobi edinme işine kendimi kaptırmış olmalıyım ki annem "gel sana ütü yapmayı öğreticem." dediğinde bile pişmiş kelle ifadesiyle yanına gittim. O, dışardaki güneşe dua etsin yoksam geçer miydim o sıcak şeyin başına! Herneyse hobi mi dedik? Bittiğini sandığım bir fobim tekrar hortladı. Cep telefonu! Amanın mesaj sesi, aramalar tüylerimi diken diken ediyor. Korkudan altıma bile kaçırabilirim yakında! Sessizde duruyor tüm gün boyunca. Belki de bilinçaltımda biryerlerde teknolojik alet edevatların birgün dünyayı istila edeceğine dair garip bir korku vardır. O zaman tıkır tıkır klavyenin önünde işim ne ki? Ya da 7/24 kulağımda kulaklık?


Ama telefon onlara benzemiyor. Kulağında tutarken bir anda bir örümceğe dönüşüp, kulağından içeri girip beynini yiyebilir! Ya da eline yapışıp sülük gibi kanını emebilir! Kötü düşünceler bunlar. Deli (!) saçması teoriler...


Bilgisayar masam alıp alıp izlemeye üşendiğim onlarca filmle doldu. Bugün iki tane daha alınca farkettim. Üyesi olduğum forumlar okunmamış mesajlarla taşmış. Kitabım yapılmamış 20 sayfalık ödevin boşluğunu hissediyor. Çantam yanıma
aldığım 3-4 tane kalın romanın ağırlığından yırtılacak.
Fazla sorumsuz ve tembel oldum. Bahardandır efenim bahardan sıkmayınız canınızı! İyi de ya okul? Boşgeeeç bizim zamanımızda
okul mu vardı! Hımm yarın sınav...! De get yat aşağı baharı kutla Momos'la birlikte! Dimi, bir de şöyle mangal moduna girsem değme keyfime! Ha şöyle yola gel... Sevgi kelebekleri içimde ölürse
napıcam lan ben? Ölünce düşünürüz yavrum hade baş baş...


5 Mart 2008 Çarşamba

Hayal gücüm zayıflıyor. Frp türü birşeyler oynamam lazım ya da masal okumalıyım. Bilmiyorum fazla mantık bana göre değil. Bir sokak kedisiyle konuşsam geçer belki. Ama uzun zamandır göremiyorum hiçbirini. Mart geldi bana vakit ayıramıyorlar belki de. Küçükken yaptığım gibi annemin sarmalarını balkondan aşağı attırıversem toplaşırlar mı yine çevreme? Pencerenin dibinde öyle miyavladıkları zaman teslim olmuşlar demektir. Severdim gitmezlerdi. Ama mutfağa girmeye kalktıkları zaman annem kızar diye kuyruklarından tutup atardım aşağı. Pek tınlamazlardı gelirlerdi yine. A Fine Frenzy- Pick Me Up dinlerken gelirler belki. Güzel şarkı çünkü. Eskiden tavşanlarım vardı benim. 6 tane yavru. Sonra hepsini köpek yedi. Bakıcılarımın bahçesindeydiler. Köpek nasıl girdiyse girmiş. Ertesi gece de annelerini yemiş. Köpeklerden o gün bugündür nefret ederim. Sonra bir tavşanım daha oldu. Onun adı Kara Fatma'ydı. Az mı çekti abimden. Marul vericem marul vericem diye tavşana yapmadığını bırakmadı sadist şey. Annem onu bahçede 15 dakika unutunca kaçıp gitti. E abime dayanamadı tabii, canına tak etti yavrumun. En son bir tane daha tavşan aldım. O da hastaydı. Gecenin bir yarısı gözümün önünde öldü zavallı Zibidi. Artık eve süpriz hayvanatlar getirmemeye dair babama söz verdim. Ama o küçücük tavşanı salondaki halıya bıraktığımda gezinip durmasından da en çok babam mutlu olurdu. Tavşanlar köpekler gibi saldırgan da olmazlar. Küçük dişleriyle diğer canlıları da ısırmazlar. Çok pis kokarlar o da ayrı bir gerçek. Kedilerse hepsinden farklı. İnsana benziyorlar. Köpekler gibi gel deyince gelmiyorlar. Önce kuşkucu bakıyorlar. Sonra yemek vermeye devam edersen gelmeye devam ediyorlar. Diyorum ya insan gibiler. Antalya'da gecenin bir yarısı kedi sevcem ben diye tutturup kuzenimle o karanlıkta arabaların altında az mı süründük gel pisi pisi diye. Ne olursa olsun evde bir tane astımlı bir tane alerjili insan olduğu için sokak kedileriyle sokaklarda sürtmeye devam edeceğim heralde.

4 Mart 2008 Salı

Arkanya Domuz Yavrusu

Nedir Arkanya domuz yavrusu? Ben de bugün öğrenmiş bulundum. "Ahlak kurallarına bağlı olmayan, tasasız yaşayan, yemek, içmek, zevklere dalmaktan başka birşey bilmeyen." diyor tam olarak. Artık domuz kelimesini hakaret olarak algılamayacağım. İyi de böyle yaşayabilen var mıdır acaba ya da kimdir, nedir? Tasasız yaşadığına göre Lethe ırmağının suyundan bir yudum almış olsa gerek. Zira insanın kafasını yoracak bir sorununun olmaması için hafızasını kaybetmesi gerekir heralde... Hiç okula gitmemiştir. Otobüsü kaçırıp eve yürüyerek gelmemiştir. Çocuk sahibi olmamıştır. Toplum denilen garip şeyden haberi bile olduğunu sanmam. Paranın da ne olduğunu bilmiyor olsa gerek. Sonra, sonra gençlik iksiri içmiş olacak ki yaşlanma belirtisi de göstermiyor. Arkanya domuz yavrusu olabilmek için ya hiç doğmamış olmak gerek ya da çoktaan ölmüş... Ölüyken veya doğmamışken nasıl olur bilmiyorum ama yaşarken olacağından daha mantıklı bence. Mantık niye arıyorsam? Hiç domuz olmadım ya da hiç ölmedim. Aslında şuan istediğim, aklımdan geçen tek şey Mankurt denen olayı birilerinin üstünde test etmek! Ni hah hah ha (Erol Taş efekti)! Neyse gidip elime krem sürmem lazım. Bir buçuk saat boyunca 5 kişiyle el kızartmaca oynadım. Mankurt'tan daha korkunç geliyor kulağa değil mi?

3 Mart 2008 Pazartesi

Yağlı Saçlara Kesin Çözüm

Okul hayatım boyunca öğretmenlerin ve öğrencilerin gözünde bir hilkat garibesi olarak kalacağımı biliyorum. Hayır hayır bunu değiştirmeye hiçbir zaman çalışmadım, yapmam da zaten.Okul tarihinde saçları yağlı olduğu için sıra sıra tüm öğretmenler tarafından uyarılan ilk öğrenci olma ihtimalim baya yüksek diye düşünmekteyim. Daha doğrusu "bu saç hiç yıkanmadan kaç hafta dayanır" sorusuna cevap aramaya çalışan ilk öğrenci olabilirim. Ya da sınıfındaki kızları "bö" diyerek korkudan titreten ilk kız. Gözlerine kalem çekmediğinde küçücük gözlü kalıp, uykulu uykulu çevreye bakındığında sıra arkadaşı tarafından keş muamelesi gören belki de...Saçlarını gökkuşağı gibi renk renk boyatmak isterken birkaç kendini bilmez tarafından satanist damgası yiyen aaah ah... Kedilerin diğer hayvanatlardan çok daha ayrı biryeri vardır kalbimde oysa ki, severim, beslerim sokak kediciklerini. Ama korkabilirler hatta iğrenedebilirler. İnanın bir süre sonra hoşunuza gitmeye başlıyor. "Siz bana gülüyorsunuz ama bilmediğiniz birşey var, ben de size gülüyorum!" der gibi bir ruh haline giriyorsunuz. Çevreye Momos gibi bakmaya başlıyorsunuz. Boş zamanınızda bir deneyiniz bana hak vereceksiniz...

"... Beni alkışlıyorsunuz, dostlarım! Ah, bakınız benimle aynı düşüncede olmamak için, hepinizin haddinden fazla deli yani haddinden fazla bilge olduğunu biliyorum..."

1 Mart 2008 Cumartesi

Kuaför Safsatası

Bugün kuaförlerden ne kadar nefret ettiğimi birkez daha anladım. Kuzenim saçlarını oğlan çocuğu gibi kestirme kararı almış, peşinden kuaföre beni de sürüklemişti. Orada saçlarının yıkanmasını izlerken yanıma kaçık sapıklar gibi bakan kuaför bey ilişti.
-Sizin saçlarınıza bir el atalım bence.
-Aslında ben sadece düz fön çektirmeyi düşünüyordum.
-Hımmmm yok yok hayır biraz kat atmalıyız, çok güzel olacak evet evet!
-Yok aslında iyi böyle ben belime kadar uzatmayı düşünüyorum, kestirmek gibi bir düşüncem yok.
-Aa hayır kesmicem, şekil vericem. Düz fön öyle daha güzel olur.
Ne yapıyor ne ediyor, saçımı yıkatıp beni o koltuğa oturtuyor. Başlıyor kat atma bahanesiyle saçlarımı kırt kırt kesmeye. Önlerimdeki perçemlerin uzaması için eşek gibi aylarca bekleyen ben, bir bakıyorum önler kısacık kalmış. Kızmaya başlıyorum.
- Yahu ben kısaltma dedikçe makasla daha çok dalıyorsun! Nasıl iş bu?
- Kısaltmıyorum yahuuu! (diye kükrüyor) Şekil veriyorum. Hem sen söyle bakayım. En son ne zaman kestirdin ve nerde kestirdin bu saçları?
- Iııı şey (mırın kırın ediyorum.) Baya uzun bi zaman önce halk eğitimde kestirdim galiba. Baya ucuz oluyor.
- Ahaaa (büyük bir şok geçirmiş olan kuaför suratıma dövecek gibi bakıyor). Hem de halk eğitim haaa! Baksana şu saçlara baksana (biri kısa biri uzun kalmış iki tutamı gösteriyor gözüme gözüme sokarak)! Nasıl bir kesimdir bu yarebbim! Ben burda senin halk eğitim kadınları tarafından mahvedilmiş saçlarını düzeltmeye çalışıyorum, sense beni suçluyorsun!
- Höh!
Ne olduğunu anlayamadım. Bön bön adamın suratına bakıyorum. Ne olduğunu ne bittiğini anlayamadan kesimi bitirmiş, onun düz fön dediği garip şeyi saçıma yapıp "kalkabilirsin" diyor alçak herif!
- Kasaya doğru gidiyoruz. Aynı adam bekliyor. "Borcum ne kadar?" diye soruyorum sıkıntılı bir şekilde.
- 15 ytl.
- Hıı?
-Düz fön (!) 5 ytl, kesim 10 ytl.
Biran önce ordan çıkmak için parayı önüne atıp kendimi dışarı atıyorum. Kendimi annemin yazın bir gün yaşadığı olaydaki hissetiği enayiliğini hissediyorum. Kapıya gelen deterjan satıcılarının laf kalabalığına inanıp, 30 ytl yi basıp yanında verdikleri dandirik saati alıp kapıyı kapattığında yüzünde beliren şeklin aynısı bende de oluşuyor. Hayatı boyunca böyle safsatalara inanmayan valide sultan o an nasıl kanmışsa kendine şaşıyor. Ben de o 15 ytl yi nasıl verdiğimi çözmeye çalışıyorum. Gidip dağıtmak istiyorum o salonu ama kuzenimin "hadi kıkırdağımı deldircez daaaa" diye seslenmesi üzerine yumruğumu dişime dayayıp yoluma devam ediyorum. Ama bu iş burada bitmez efem. Gecenin 3ünde gidip kezzap fırlatacağım dükkana. Babam da dalga geçip durdu zaten hıh!... Kuaförlere güven olmaz, yamuk da olsa evde kendim kesmeye ya da anneme kestirmeye devam edeceğim. Gebersin pis faşizm!!! ( hı?)

Regen MacNeil Yüzünden Küçücük Yaşta Bozulmuş Ruh Sağlığım

2. sınıftaydım daha. Küçücük yani. Kırmızı başlıklı kızla kötü kurdu okurdum. Ama insanın sadist, psikopat kuzenleri olmaya görsün. Kapattılar karanlık bir odaya. Toplucak o zamanların meşhur filmi The Exorcist izliyoruz. O zaman büyük bir korkuyla dikkatimi verdiğim yatakta sallanan, çığlıklar atan, garip garip bağıran kızıl saçlı, yeşil gözlü küçük kızın yıllarca beynimde yer edeceğini bilmeden izliyorum. İzlediğim günün gecesinde başlayan; yatmadan önce yatağın altını kontrol etme, yerde bulduğum garip cisimlere dokunmaktan korkma, yeşil gözlü, kızıl saçlı küçük kızlardan uzaklaşma, tuvalete girdikten sonra daracık küçücük diye fenalaşma huyları 3-4 yıl devam etti. Belki şuan öyle garip garip fobilerim yok ama sabahın 6.30'unda deprem olurken yatak sallanmaya başladığı anda gözlerimi açıp, içime şeytan girdiğini düşünmem ve yorganı kafama kadar çekip uyuyor numarası yaparsam gider şeklindeki düşüncem hala bu filmden nasıl da etkilendiğimi açıkça gösterir sanırım... Artık korku filmlerinin sıkıcılığından dolayı dalga geçerek izlememe rağmen hala o filmi izlemekten deli gibi korkarım. Yok yani ondan fecilerini de gördüm ama diyorum ya o yatakta sallanmalar, annesine çektirdiği eziyetler falan hiç beğenmediğim davranışlardır yahu. Galiba kızıl saçlı, yeşil gözlü kız fobimi atlatmamda en önemli yardım; babamın "herkesin içinde vardır bir şeytan" cümlesi olmuştur. Sevindiğim ve kendimi şanslı hissettiğim konu ise şudur ki; benim içimdeki şeytan gecenin bir yarısı beni uykumdan uyandırıp yatağımı sallayıp, garip sesler çıkarmama neden olmuyor. Olsa olsa alışveriş merkezlerindeki margarinlere parmağımı daldırıp şekillerini bozmama, kağıtlarını yırtmama, fiyat etiketlerini orya buraya yapıştırmama, kola şişelerini çalkalayıp çalkalayıp yerine koymama neden oluyor. E o da hayırlı bir işi efem. Margarin kullanmayınız, plastikten farkı yoktur ve içinde hiçbir besleyici madde bulunmamaktadır. Sadece pastaların, keklerin güzel görünmesini sağlar. Kola da içmeyin zaten, ice tea için =) tamam tamam sustum !

Bir Delinin Hatıra Defteri

Kurstan sonra babamla eve doğru gittiğimizi tahmin ediyor, kulağımda Perfect Day, yolları izliyor, arabaların içini dikizliyorum. Sonra eve değil de üniversitenin oditoryumuna doğru gittiğimizi farkediyorum. Babam soruyor: " istiyor musun cidden?". Hiç düşünmeden onaylıyorum, gidiyoruz. Babamı merdivene oturtuyoruz. Ben de koltuğuma yayılıyorum. Tek kişilik harika bir gösteri. İzlerken suratım şekilden şekile giriyor. Bir anda tiyatroyu ne kadar özlediğimi farkediyorum. Sinema gibi olmuyor be kuzum. Çok farklı birşey. Açlık gibi, bir kere gidince devamı gelsin istiyorsun ama olmuyor işte kırk yılda bir... "Ben niye sıradan bir memur olayım, İspanya kralı olsam ya" diyen bir deliyi anlatıyor. Maalesef bu deli Erasmus'un delileri gibi ortaya çıktığı anda insanları güldüremiyor. "Neden kalıplara sokuyoruz ki? İnsan insandır." temelli yaklaşımı pek etkili olmamış ki İspanya'ya geldiğini zannederken tımarhaneye düşüyor. Üzülüyorum ama alıştım artık, doğal geliyor. Asıl bir odaya tıkılıp, sabah akşam sopa yemesi gereken insanlar dışarda özgürce dolaşıp, volta atarken; zararsız delilerimiz (belki deli demek uygun değil, belki ben de deli olduğum için böyle düşünüyorum, belki de hepimizin içinde fazlasıyla delilik var ama tüm fikirleri bilinç altımıza gömdüğümüz için acısını "deliler"den çıkarıyoruz.) ne olduğundan habersiz kapatılıyorlar bir yerlere. Ama bu zararsızlar arasında Rize'deki Ayşe yok. O kafama taş atardı ve zararlıydı efem.
İyi iyi tamam sustum...