Pages

29 Mayıs 2009 Cuma

I Noticed The Music And I Wanted To Dance...

I noticed the grass, I noticed the hills, I noticed the highways,
I noticed the dirt road; I noticed the car rows in the parking lot
I noticed the ticket takers, noticed the cash and the checks and credit cards,
I noticed the buses, noticed mourners, I noticed their children in red dresses,
I noticed the entrance sign, noticed retreat houses, noticed blue and yellow flags
Noticed the devotees, their trucks and buses, guards in khaki uniforms,
I noticed the crowds, noticed misty skies, noticed the all –pervading smiles and empty eyes –
I noticed the pillows, coloured red and yellow, square pillows round and round –
I noticed the Tori gate, passers-through bowing, a parade of men & women in formal dress –
Noticed the procession, noticed the bagpipe, drums, horns, noticed high silk head crowns and saffron robes, noticed the three piece suits,
I noticed the palanquin, an umbrella, the stupa painted with jewels the Colours of the four directions –
Amber for generosity, green for karmic works, I noticed the white for Buddha, red for the heart –
Thirteen worlds on the stupa hat, noticed the bell handle and umbrella, the empty head of the white cement bell - Noticed the corpse to be set in the head of the bell –
Noticed the monks chanting, horn plaint in our ears, smoke rising from astep the firebrick empty bells –
Noticed the crowds quiet, noticed the Chilean poet, noticed a rainbow,
I noticed the guru was dead,
I noticed his teacher bare breasted watching the corpse burn in the stupa,
Noticed morning students sad cross legged before their books, chanting devotional mantra’s, Gesturing mysterious fingers, bells and brass thunderbolts in their hands,
I noticed flames rising above flags and wires and umbrellas and painted orange poles,
I noticed, I noticed the sky, noticed the sun, a rainbow around the sun, light misty clouds drifting over the sun –
I noticed my own heart beating, breath passing through my nostrils
My feet walking, eyes seeing,
I’ve noticed smoke above the corpse, I’ve noticed fired monuments
I noticed the path downhill, I’ve noticed the crowd moving toward the buses
I noticed food, lettuce salad, I noticed the teacher was absent,
I noticed my friends, I’ve noticed our car, I’ve noticed the blue Volvo,
I’ve noticed a young boy hold my hand
Our key in the motel door, I noticed a dark room, I noticed a dream
And forgot, noticed oranges lemons and caviar at breakfast,
I noticed the highway, sleepiness, homework thoughts, the boy’s nippled chest in the breeze
As the car rolled down hillsides past green woods to the water.
I noticed the sea, I noticed the music - I wanted to dance.

Allen Ginsberg; “On the Cremation of Chogyam Trungpa Vidyadhara” (1987)

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Efendim Özlettiniz..


"Come to your daddy!" diye çığırmak istiyorum efendim. 16 gün gecikmeli de olsa "artık elimdesiniz ulan" diye gezindim tüm gün. Nick Cave bizim eve gelmiş de, ben ona bahçemizdeki gülleri gösteriyormuşum gibi sevindim desem yeridir. 2 yılın ardından 2. stüdyo albümlerini çıkarıp koştura koştura geldi sevgili The Horrors gençleri. Strange House 2007 senesinde iliklerimize işlemiş, aylarca peşinden sürüklemişti. Sheena is a parasite, She is the new thing, Jack the ripper bağımlısı gençler olmuş, hergün belli dozlarda alıyorduk kendilerini. Çöp gibi bacaklarından geçirdikleri bileğim çapındaki pantolonlarıyla, Nick Cave & The Birthday Party imajı veren sahne performanslarıyla ilginç tipler bunlar. Primary Colours, Strange House dan baya farklı bir albüm olmuş. Faris'ciğimizin kıçına çimdik atılmışçasına koyuverdiği ciyaklamalara pek rastlayamadım bu albümde. She is the new thing 'deki komik melodiler yerini I only think of you 'daki ağırlığa bırakmış. Sözler de bir garipleşmiş. "If Sheena was buried, no one would care. She hates everyone, she knows no one.." diye anlatırken "Don't go, you know i'll follow, you know, if i lose you i'll go mad.." demeye başlamış Faris. Öncesinde duraksamadım değil. "Noluyor lan? Çıldırın, saçma sapan klipler çekin, bişey yapın" tepkileri verdim ama sonra bir alıştım, bir alıştım sorma. Herşey iyi güzel hoş ama yine de Faris Badwan 'dan daha fazla ciyaklama bekliyordum. Konsere falan gelsinler gelecek sene de, sahneye çıkar, orasını burasını cimcikleriz, iyi olur. Neyse, herşeye rağmen favori parçalar çıkmaya başladı. New ice age şimdilik gönlümüzün birincisi olarak konumunu sabitledi. Onu takiben Who can say ve I can't control myself ile ilk üçü oluşturduk. Şimdi önümüzde aylar var, hasret gidereceğiz sarı sarı Joshua, bebek surat Coffin, ressam Faris, ailemizin klavyecisi Spider ve sempatik Tomethy ile. Kendilerine hayırlı olsunlarımızı blogspot aracılığıyla iletiyor ve sıradaki şarkıyı tüm Jack The Ripper lara, Nick The Stripper lara gönderiyorum, kucak dolusu sevgilerle efenim...

New Ice Age
Who Can Say
I Can't Control Myself
She Is The New Thing

13 Mayıs 2009 Çarşamba

Sidik Gibisin Gold

Selamlar blogger. Bir kere Jacobs Gold 'un tadı iğrenç, onu belirtmeden edemeyeceğim. Bitsin diye uğraşıyorum, ziyan olmasın, aman atılmasın, en nihayetinde kafein var onda mantığıyla. Ama dayanılacak gibi değil. Sidik gibi kokuyor, tadı desen o sidikten beter. Sidiğin tadını bilmiyorum ama eminim Jacobs Gold dan daha içilebilir bir aroması vardır. Neyse bir selam verip ardından sidik muhabbeti yapmak ayıp oldu. Hal hatır sorgu suali yerine üre ürik asit konuşmak ilk tercihim değildi, aklımdan Mgmt geçiyordu halbuki. Lastfm fotolarına göz gezdirirken bir tanesine rastladım ve Emile Hirsch 'i kaldırıp masaüstü arka planına yerleştirdim fotoyu an itibariyle.


Bu dört mahluk nasıl gerçek olur lan? diye sordum kendime. Andrew Vanwyngarden ve üç kedi oluşturuyor bu dörtlüyü. "Ben Goldwasser tipim deyiiil şekerim!" demeden geçmek istemem. Hani düşünmedim değil zamanında, kedi yerine ev hayvanatı olarak Andrew Bey'i mi alsam diye (Olmaz öyle şey! Olur mu öyle şey? Olmaz tabiki, salla orandan burandan tabi sen! demeden önce bağlantıya bakmandaki yararı hatırlatmak isterim. "Japon yaparsa ben de yaparım, yapabilirim ulen" sendromudur kendisi, eskiden çok eskiden elimize aldığımız deftere nefret ettiğimiz insanların isimlerini, ardından ölüm şekillerini yazmamıza rağmen ertesi gün hala yaşadıklarını gördüğümüzde etkisi göz açıp kapayıncaya kadar geçmişti). Neyse, Andrew, Electric Feel falan güzel şeyler, kediler de öyle...

Son 1 haftadır yoktum bu arada. Haftasonu bir arkadaşı davet ettim eve, geldi o da, yazık (Aile üyeleri topluca gotik olmayabilir ama birçok konuda The Addams Family havası taşıdığımız inkar edilemez bir gerçek). Çabuk uyum sağladı sevgili arkadaş evimize, hernekadar 20 milyon sayıp aldığım Nescafe Cap Colombia 'yı ikram ettiğimde içine şeker ve süt katmak gibi bir hata yapıp tüm aile fertlerini hayretler içinde bıraksa da kendisi (Birincisi, Alta Rica 10 milyon, tamam biri latin işi, diğeri kolombiya (alta rica damağıma yapışmış, cap colombia falan yabancı geldi, alışamadım başlarda) ama 20 milyon lan, enfes kahve keyfi için değer mi diye sormama gerek kalmadı, değdiğini kasadan geçirirken gördük. İkincisi, Cap Colombia 'yı özel günler için saklamıştım, hadi dedim bak bu asosyal yaşamına 1 gecelik de olsa bir yenilik geldi, arkadaşına da koklat kahveden. Ama öyle bir kahveye bol şeker ve bol süt ilave etmen beni hem üzdü hem şaşırttı), olaysız bir akşam geçirdik misafirimizle. Dışarıdan bakıldığında olaysız desek daha doğru olurdu. Zira tek başıma gitmeyi planladığım sinemada peşime takılıp 2 saatimi ziyan eden arkadaşta olduğu gibi, bu şahısta da dişlerimi sıkıp sabahın olmasını bekledim. Gecenin bir yarısı film izliyorduk (Das Wilde Leben) ve o tanıdık hissin yaklaşmakta olduğunu farkettim. Noluyor ulan demeye fırsat bırakmadan o düşünce seline kapıldım (düşünce, sel, tanıdık his? phaedrus ile şiirsel dakikalar). "Şimdi şu kız gitse lan? Hani çantasını alsa, acil işi çıksa sabahın 1'inde. Lan, gitsen sen, hani biliyorum dışarısı soğuk, ceketimi veririm ama hani... hmmm" Neyse ertesi akşam eve geldiğimde odam yine benimdi, başka birinin tişörtü vs yoktu yani, tanıdıktı, kuruldum koltuğa, Chuck Palahniuk okudum. Bundan sonra misafirim olursa salonda yatıracağım kendisini. Ben yine uykuda deli deli hareket edip, yorganı farklı boyutlara sokup, sabah yastık ayağımın dibinde bir şekilde uyanacağımdır, güzel, güzel.

Neyse haftasonu öyle böyle geçti, haftaiçi de ders çalışıyordum blogger. Yine arada girip yeni yazılara yorum yapıyorum falan hiç değilse. Gelecek sene nadir görürsün beni, ultra duracell gücünde çalışıyor olurum büyük ihtimal. İşin ucunda Mimi, Nikki, Smoky üçlüsüyle kesintisiz muhabbet, şarap, caz varsa kasmak lazım tabi duracell i ("Güzel bir gelecekmiş, yok süpsüper üniversiteymiş, dereceymiş, güzel mesleğe açılan kapıymış, peh, şarap diyosun, caz diyosun" demezsin sen gerçi de, diyen arkadaşlar var... Demeyin lan! Çalışıyorum vallahi, içki miçki de içmiyorum haftaiçi, yds + öss olmeca etkisi yapıyor zaten. Neyse yeni yazı yaz blogger, haftaiçi takılıyorum buraya yazı yazmasam da. Sen yaz, okurum ben. Şimdi Mimi Hanım'ın gönderdiği dvd yi açmış bulundum. Brazzaville mi dizsem playliste, Nina Simone mı diye düşünüyorum (En kötü ikilemimiz böyle olsun hehey). Görüşürüz, bloguna iyi davran, öptüm yanacıklarından (yanacık, yanak denen bölgenin fazla öpülüp ısırılma ile hafifçe şişmesi halinde oluşan tepecik olup, yaygın olarak anne mahluklarında bulunmaktadır)...

çukurnot: Geldiği günden beri giyiyorum ve artık yıkanmalı o tişört Mimiciğim, çamaşır makinesine göndereceğim en yakın zamanda. Converse ler botların yerini aldı iyice, Richard Amcanın kitabına da geçiyorum yarından sonra, sevgiler, bol kahve sonrası Antik'ler ve phaedruslar...

5 Mayıs 2009 Salı

Lan!

http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&hn=53290


Everybody knows that the dice are loaded
Everybody rolls with their fingers crossed
Everybody knows that the war is over
Everybody knows the good guys lost
Everybody knows the fight was fixed
The poor stay poor, the rich get rich
That's how it goes
Everybody knows
Everybody knows that the boat is leaking
Everybody knows that the captain lied
Everybody got this broken feeling
Like their father or their dog just died

Everybody talking to their pockets
Everybody wants a box of chocolates
And a long stem rose
Everybody knows

Everybody knows that you love me baby
Everybody knows that you really do
Everybody knows that you've been faithful
Ah give or take a night or two
Everybody knows you've been discreet
But there were so many people you just had to meet
Without your clothes
And everybody knows

Everybody knows, everybody knows
That's how it goes
Everybody knows

Everybody knows, everybody knows
That's how it goes
Everybody knows

And everybody knows that it's now or never
Everybody knows that it's me or you
And everybody knows that you live forever
Ah when you've done a line or two
Everybody knows the deal is rotten
Old Black Joe's still pickin' cotton
For your ribbons and bows
And everybody knows

And everybody knows that the Plague is coming
Everybody knows that it's moving fast
Everybody knows that the naked man and woman
Are just a shining artifact of the past
Everybody knows the scene is dead
But there's gonna be a meter on your bed
That will disclose
What everybody knows

And everybody knows that you're in trouble
Everybody knows what you've been through
From the bloody cross on top of Calvary
To the beach of Malibu
Everybody knows it's coming apart
Take one last look at this Sacred Heart
Before it blows
And everybody knows

Everybody knows, everybody knows
That's how it goes
Everybody knows

Oh everybody knows, everybody knows
That's how it goes
Everybody knows

Everybody knows...

3 Mayıs 2009 Pazar

superkoala

Anne şahsı: İnsan şu yatağı toplar be kızım, amma dağınık haa..
Turşu şahsı: Bikaç saat sonra tekrar yatıcam zaten, kasma annem.

Selam blogger, dinle beni.. Disko Kralı izleyeceğim diye sabah 5te yattım. Telefonun çalar saati çalmayınca yds denemesini kaçırdım. Kahvaltıda bugünü anneler günü sandım, az daha bizim hatunun anneler gününü kutlayacaktım. Babam gazetede, televizyonda birşey görmediğini söyleyince çaktım, 2. haftaydı değil mi? Neyse arkadaşın tekiyle dershanede buluşalım, hava güzel çimlerde oturup kitap okuyalım mal mal oturalım dedik. Dershanede beklerken ekildiğimi öğrendim. Aslında severim kendisini. Birkaç ay kadar önce "sittir ulan" diyerek cep telefonunu atmıştı. Ev telefonundan ulaşıyorduk biz kendisine. Annesine babasına "merhabalar efendim iyi akşamlar nasılsınız güzel güzel aman bozulmasın keyifler, ben şu şu, bu bu yu aramıştım" ayağı çekip kendisiyle konuşabiliyorduk. Planlardaki değişiklikler için lazım gerçi cep telefonu, evet... Ben o gazla derse de girdim. Yolda giderken "engelli arkadaşlarımız için gazete satıyoruk, alseyna" gençlerine rastladım (gelme üstüme tamam biliyorsun aslında hiç durmadan yoluma devam etsem sorun olmazdı ama konuşmaya başlayan insanın sözünü kesmemek adına durup dinlediğin zaman alıyorsun 1-2 tl verip). Tüm günü siktir et diyorum sana, o gazeteyi almak koydu yine. Gelecek sefer (gelecek sefer olursa tabi, "engelli arkadaşlarımız için gazete satıyoruk, alseyna" gençlerini gördüğüm anda yolumu değiştiririm) "efendim bu benden almak istediğiniz 2-3 tl yi engelli midemi doyurmak, engelli karaciğerimi mahvetmek ve benzeri faaliyetler için seferber edeceğim, o yüzden şimdi lütfen çektirip, siktirip vs artık hayal gücün hangisine müsade ediyorsa o şekilde git." demeyi düşünüyorum. Neyseki Uykusuz ve Penguen almıştım ve hava güzeldi.

Turşu şahsı (meyve tabağının başında elinde iki tane elma, biri kırmızı, diğeri kırmızı gibi): Hangisini yiyim?

Baba şahsı: Sen bilirsin.

Turşu şahsı: Hangisini yiyim?

Baba şahsı: Kendi kararını kendin ver

Turşu şahsı: Hangisini yiyim?

Baba şahsı: Ne biliyim, sen karar ver

Turşu şahsı: Hangisini yiyim?

Baba şahsı: ...

Turşu şahsı: Kırmızı olan güzel gibi, onu aldım.

2 Mayıs 2009 Cumartesi

Maybe We Should Go And Live Amongst The Animals



Now that I'm alone I feel the lonely brokenness
Of all the wicked avenues I've ever sold my love on
All these moments of meekness and trembling subsided
I'm the outright abandon of this orphan child
Home is on the highway living on soft bread and solace
I guess I'm waiting for nightfall or a solar eclipse
And to wake up half empty
Only to be filled again with mourning
He's my evil shadow dove
My black Palamito
Can't break him like a diamond skull
I can't seem to do so
Can't just rob him out like the
Mob used to do so
Like memories of porno and tearstains
And tobacco O it's a mini disastro
Bigger than the ice age don't know if baby dinosaurs
Maybe could live through it, like Indians and butterflies
What's crushed is my spirit, Oh I fear it is too fragile
Like fall leaves burn like paper

I always knew I would spend a lot of time alone
No one would understand me
Maybe I should go and live amongst the animals
Spend all my time amongst the animals
And on the tracks I would go they lead to the sea
To be amongst the animals

Oh I'm just afall leaf something simple and shy lie that
That's how my heart lies down beside the sidewalk
Like an empty restaurant filled with perfume and balloons
I sit and entertain the bisarro ghosts of my soul
His name still lingers maybe lactates on my tongue
Perhaps I'm just teething for a foreign fallen destiny
Miserable but mine, I look like his mother
Or Sophia Loren in an old fashioned movie
Slow motion I cling to my child desperate for love
One day soon my brother died, made me remember all the
Subordinate feelings I cast aside
Maybe I had lied when I said I was ok
Just getting along like a little song that stops to sing and say
"Wild willow, windy winter won't you blow through me
My whole eternity"

Cocorosie- Animals

1 Mayıs 2009 Cuma

Taksimi Gördüm

Sabah babamla oturup Taksim canlı yayınlarını izledik. Bir ara dedim "oyh canım çekti yahu, şöyle bir slogan atsak, halay çeksek, biz de kutlasak" diye. Babam hey gidi hey ruh haliyle "78de Ankara'daki eylem heeey hey ne güzeldi..." diye anlatmaya başladı. Muhabbeti bitirdikten sonra çarşıdaki işlerini halletmek için çıktı evden. Akşam annemle eve döndüklerinde tren garındaki mitinge katıldığını söyledi, anlattı o vardı bu vardı şöyle oldu böyle oldu diye. Baba kazığı böyle birşey olsa gerek. Aklına gelmişim ben de, ama onun da geç haberi olduğu için çağıramamış. Olay falan da çıkmamış, isterdim şöyle bir gidiyim yürüyelim vs vs diye. Bir dahaki 1 Mayıs'a kaldı.

Yanız baya komik bir durum söz konusu olmuş. Hayır zaten cücük şehirde kaç kişisiniz ki bir de gruplaşıyorsunuz? Eğitim-iş, Atatürkçü Düşünce Derneği, Çağdaş Yaşamı Destekleme Derneği ve birkaç grup Antalya'dakine katılmışlar. Ödp, Emep, Eğitim-sen, Sağlık-sen ve birkaçı da burda kalmış. O da iyiymiş dedim geçtim.

Uykusuz, Leman, Penguen kapakları pek güzel olmuş, edineceğimdir yarın birer tane.
The Marmara otelinde asılan pankartı alt kattan gelip kesti ya güvenlik görevlileri, yazık oldu, sinir olduk.

Az önce haberlerde "anarşik eylemciler yine yakıp yıktılar, polise zor anlar yaşattılar, savaş alanı gibi oldu ara sokaklar" başlıkları altında görüntüler falan verdiler. Hani evet işçi bayramında böyle kargaşalar çıkarmak zaten bu olaya karşı olan kesimin eline malzeme vermekten başka bir işe yaramaz belki ama biz yine de eylemci gençlere "evladım havaya niye fırlatıyosun taşları, bacaklarına atsanaa" diye seslenmeden edemedik. İşçi bayramın kutlu olsun blogger, gelecek seneye çekeriz halayı artık..
Evet, değiştirdim, yaptım bunu, artık dünyayı ele geçirebiliriz...