Pages

31 Ağustos 2010 Salı

"Sakın kimseye birşey anlatmayın. Herkesi özlemeye başlıyorsunuz sonra."

Çevremde gördüğüm şeylerden sıkıldığım anlarda, sağıma ya da soluma uzandığımda okuyabileceğim bir kitaba erişebilme ve bu süreçte de başka hiçbir şeye ihtiyaç duymama lüksüne sahip olduğum gerçeğini bilmek birazcık da olsa rahatlatıyor şu sıralar. Çok da rahat bir ruh haline geçiş yaptığımı söyleyemem, zira. Halbuki fena bir haftasonu da geçirmemiştim; denize girip, güneşin bağrında kumdan kale bile yapmıştım, işimiz bitince de kendimizi godzilla sanıp yarattığımız şehri yerle bir etmiştik. Kumdan kalelerin bile bir standartı vardır belki; her isme, her cisme hitap etmiyordur.


Birkaç senedir tanımakta olduğum bir kişiye dönüşme korkum olmasa, kafamın içindeki tüm hayalperest huylu tümörleri bir bir yok ederdim herhalde. Çünkü adamın teki çok doğru söyledi bir filmde.

"Things have been tough lately for dreamers."

Böyle bir kanıya varmam için çok ekstrem olaylara ihtiyacımın olmaması, aksine çok küçük bir gözlemlemenin ardından kafamda kurduğum devasa senaryo-fikir yumağı-düşünce ağının, ne denirse artık, zihnimde ne denli büyük bir sansasyon yarattığı gerçeği gerçekten çok gülünç. İşte bu yüzden hayalperest ruhlu beyin tümörleri yok edilmeli aslında. İçinde yaşadığımız dünya kesinlikle kafamızdaki kadar geniş değil, insanlarıysa ya ters ya fazla karmaşık. Kendi kendine var ettiğin hayal kırıklığı ise; herkesin birden bire doğaçlama yapmaya başladığı bir tiyatro sahnesinde apışıp, repliğini unutmak gibi. O kadar şairane ve o kadar trajikomik.

"Bazen hayatın takıldığı zaman vurarak düzelttiğiniz ve sonuna gelmek için ileri alabildiğiniz bir film şeridi gibi olmasını gerçekten isterim."



Son günlerde sürekli yoldayım. Yarım saatlik otogar kafelerinde içilen çay ve sigara molasından sonra 3-5 saatlik yolculuklar yorucu oluyor çok, ama otobüslerde uyuyabilen biri değilim. Ne kadar yorgun olursam olayım gözlerimi kapatıp uyuyamıyorum. Müzik dinleyip dışarıyı seyretmekten başka hiç bir şey işe yaramıyor, yoksa mide bulantısı ve kusma düşüncesinin ağızda bıraktığı kekremsi tatla berbat bir zaman geçiriyorum. Cam kenarında yer olmasa bile yanımdaki insanlara gerçekten inandırıcı bir biçimde "az sonra o şık tişörtüne midemi çıkardığımda bana yerini vermediğin için çok pişman olacaksın" izlenimini verebiliyorum. Eğitimini almadım ama rol yapma sanatı insana birçok kritik durumda yardım edebiliyor.

Bu gece Ankara'ya gidiyorum okul ve yurt kayıt işlerini ayarlamaya. Bölüme birinci olarak girseniz bile orda burda bir "torpil amca"nız olmadığında yurt başvurularınız pek de göz önünde bulundurulmuyormuş, bu sabah öğrendim (Hergün Kızılay'dan Beytepe'ye gitmek için sabahın köründe kalkıp yola çıkacağım düşüncesi çok oturdu mideme). Gün içinde, yolda Kansas- Carry On Wayward Son ve türevleri ideal yol playlistini oluştursa da gecenin bir yarısı 6 saatlik Ankara yolunda sadece Abel Korzeniowski eli değmiş A Single Man soundtrack'lerini dinlemeye karar verdim, belki insanların ışıktan rahatsız olmayacakları tutar da Holden Caulfield'i 76 yaşında New York'u tekrar keşfe çıkartan aptalın kitabını bile okuyabilirim.


Bunların dışında pek bir değişiklik yok. Alkol arıyorum sürekli, iyi geliyor, ayıkken çoğu şey sıkıcı görünüyor gözüme. Tüm günümü My Name Is Earl izleyerek geçiriyorum, şu sıralar izlemekten en çok keyif aldığım dizi oldu. Karakterlerin salaklıkla karışık komikliği izlerken hiç yormuyor. Suratımda saçma bir sırıtmayla izliyorum, soundtrack tercihlerine de hayran kalarak.. Şöyle bir düşünüyorum da, gerçekten, son zamanlarda kafamdaki tıkırtıları, göğsümdeki bulantıyı unutturan ve 25 dakika boyunca keyifli hissettiren 1-2 şeyden biri bu dizi. Ve özelikle o repliği;

-Hey Earl!
-Hey Crab Man!

14 Ağustos 2010 Cumartesi

Çukurnot:

Bu sabah resmi olarak Hacettepe Üniversitesi- İngiliz Dili ve Edebiyatı öğrencisi olduğum gerçeğini öğrendim ö'lü s'li y'li m'li bir siteden. "Sağol şekerim" dedim siteye, kapattım sonra. How I Met Your Mother 4. sezonu sıraladım gom player'a. Bir elimde Nesquik mısır gevreği, diğer elimde Dimes Çiftlik sütüyle her zamanki popo izli koltuğuma gömüldüm ve yerimden saatlerce kalkmadım. Hala da birşeyler kafama dank etmiş değil. Şu an gecenin 2'si, ve yanımda tirbuşonu takılı bir Kayra-Cumartesi var. Peynir ve üzümümü de kenara koydum. Sabahlayıp, o şişeyi bitirip, gece boyunca Mimi Hanımla yeni planlar yapıp, ayyaş manifestosu falan hazırlamayı düşünüyorum. Ne zaman kendime gelip, olan bitenin farkına varacağım? Cumartesi günü annem balkona hazırladığı kahvaltı için seslenip, abim başıma üşüşerek gıdıklayarak uyandırdığında ve (1 aydır ağzıma bile almamama rağmen cumartesi sabahı için istisna yapacağım) sabah kahvemden bir yudum aldığım zaman herşey dank edecek, böyle filmlerdeki gibi..

4 Non Blondes- What's Up

Tüm gün kulağımda bu şarkı vardı, bilmiyorum daha önce paylaştım mı ama kesinlikle kendinden geçip kocaman, böyle 32 dişin olmasa bile 32 diş birden sırıtmana yol açan şarkıdır bu. Çok güzeldir yahu..

8 Ağustos 2010 Pazar

Çağrışım


Buena Vista Social Club- Chan Chan

Bu şarkıdan başka bir çağrışım da yapamazdı fotoğraf. Dinleyin, sevin, sonra albümünü indirin, sonra belgeselini indirip 80-90 yaşındaki müzisyen dedelerle Havana sokaklarını karış karış gezin. Her dinleyişte, insanın tüm hücrelerini Küba aşkıyla dolduran enfes müzik..

Günün Posası:

Bugün yolda giderken önümden geçen otobüsün içinde başbaşkanın tüm Isparta halkına el sallaya sallaya selam ettiğini görünce, orta parmağımı kaldırırcasına ben de selamladım onu, biraz uzağımdaki polislerse hödük gibi otobüse bakan kıza sadece sırıttılar.

2 Ağustos 2010 Pazartesi

John Lennon- Woman

"İnsanlar aşka değil aşık olma fikrine taparlar." cümle buydu ya da bunun ayarında birşeydi sanırım. Ya bir film repliğiydi ya da film repliği tadında biri söylemişti, tam hatırlamıyorum. Aşkın göreceli bir fantezi olduğunu düşündüğüm için -daha doğrusu bu yaşta düşündüğüm için- kendime kızmıyor değilim ama evet, ben de çevresinde birbirinden memnun ve birbirine saygısını yitirmeyen çiftler bulunmayanlardanım. Yazdıklarımı okuyan ve mutlu bir ilişkisi olan biri varsa söylediklerimi ciddiye almamalı, zira bunları yazan hödük zaten hayatında böyle bir tecrübeyi yaşamaya cesaret etmemiş biridir ve dolayısıyla atıp tuttuklarının güvenilirliği bir hayli tartışılır. Fakat en yakınımdan en alakasız olduklarıma kadar birbirini delice sevdiğini söyleyip de en gergin anlarda bile birbirine karşı temkinli yaklaşan, saygısını koruyan bir çifte hiç rastlamadım. Buna anne-babam da dahil, samimi arkadaşlarım, akraba çevrem, aksini aklımın ucundan bile geçirmediğim tanıdıklarım, çok çok yakıştırıp takdir ettiklerim, mutlu olmalarını gerçekten çok istediğim çiftlerin hepsi... Sanırım bu; birçok insanın sevdiğini ve sevildiğini düşündüğünde, bunun karşısındakini pek bir düşündüğü için değil de en çok yalnız kalmaktan korktuğu için biriyle beraber olmak istediği gerçeğini kabul etmemesiyle alakalı. Yani kabul edelim, bu sırf seviştiğimiz insanlarla yaşadığımız ilişkiler için geçerli değil, yaşadığımız birçok çeşit ilişki için geçerli, birini yanımızda istememizin ya da birinin yanında olmak istememizin en önemli sebebi kendimizi, en çok da kendimizi sevmemiz ve düşünmemiz. Üzgünüm, aşka inanmadığımdan değil (bir insan için en yaratıcı ve en mükemmel fantezi olduğunu iddia ederim), sadece sırf kendimizi herkesten, herşeyden daha çok sevdiğimiz için başka bir kimseyle hayatımızın geri kalanını mutlu mesut, sevgi ve saygı dolu günler içerisinde geçireceğimiz düşüncesi hiç inandırıcı gelmiyor artık. Evlilik ve bir aile kurma düşüncesinden çok daha öncesinde vazgeçmiştim zaten, şimdiyse ömrünün geri kalanını başka biriyle mutlu bir şekilde geçirme düşüncesinden vazgeçiyorum. Hayatta herşeyin tadımlık olması fikri ilk başta carpe diem izlenimi yaratabilir, ama değil, gerçekten... Sadece kendimizi iyi hissettirecek mutlu anılar toplamaya çalışıyoruz 60-70 yıl boyunca, daha fazlası değil.

Bazı fikirlerden vazgeçtiğimi söylüyorum, bunlardan ebediyen vazgeçtiğimi değil. Nasıl ki bundan 5 yıl sonra kendimi belli bir yerde göremiyorsam, bundan 5 yıl sonra ne düşüneceğimi kesinleştirip garantisini de veremiyorum. Bu yüzden "ömrünün geri kalanını başka biriyle mutlu bir şekilde geçirme düşüncesi" hakkındaki fikirlerimden şu an bile kuşku duyuyorum. Ama "evlilik ve bir aile" bundan 10 yıl sonra bile aynı şekilde kalır gibi sanki..

Gerçekten bu cümleleri başkaları adına kurmuyorum. Kendi sınırlarımı değerlendiriyorum sadece. Karşıma geçip "yıllardır beraberim ve bir saniyesinden bile pişman değilim" dersen söyleyecek birşeyim zaten olmaz. En başta da söyledim, kendime baktığım zaman tüm riskleri alıp böylesi bir tecrübenin ne sorumluluğunu alabilecek ne de ona atılabilecek cesarete sahip birini görüyorum. Sanırım, bir insanın bireyselliğini, şahsi özgürlüğünü, kişisel iradesini bir çift olarak yaşayıp bir çift olarak hareket etmekten daha ön planda tuttuğum için böyle. Zaten sırf bana bıraksan fantezi dünyasında tanrıcılık oyununu, eline gitarını alıp karşıma geçerek John Lennon-Woman söyleyen kişi için uğruna vazgeçtiğim şeylerden vazgeçip bütün tabularımı yıkarım. Dediğim gibi, sadece sınırlarımı değerlendiriyorum şu an.