Pages

22 Nisan 2008 Salı

Başlıksız Bir Yazı

Bu sabah kafamı güneşe kaldırıp ona Nietzsche'den alıntılar yaptım:
-Ey ulu yıldız, aydınlattıkların olmasaydı, nerede kalırdı senin mutluluğun! On yıldır yükselir durursun mağaramın üstüne; eğer ben, kartalım ve yılanım olmasaydık, ışığından da, bu yoldan da bıkardın. Ama biz seni her sabah bekledik, ışığının fazlasını aldık ve kutsadık seni bunun için. Bak! Pek fazla bal toplamış arı gibi bilgeliğimden bıktım; onu almak için uzanmış eller gerek bana...
Bir zerdüşt gibi bilge biri miyim de bunları söylüyorum? Kesinlikle hayır. Benim bahsettiğim şey yoğun bilgi, kültür denizi ya da beyin fırtınası gerektirecek birşey değil. Onu yapan yeterince insan var zaten. Benim hakkında konuşmak istediğim daha küçük parçalar. Ayrıntılar değil, artıklardan bahsediyorum. Hani hep gözümüzün önünde dururlar ama masayı temiz tutmak için bir kenara üfleriz. Pollyanna'cılıktan bahseden kim? Küçüklüğümden beri nefret ettim o kızdan. Üzgün bir anı güzelleştirmeye çalışmak niye? Asıl o üzgün anı her şekliyle yaşamak lazım. Her şekliyle diyorum çünkü insanlar herşeye olduğu gibi buna da at gözlükleriyle bakıyorlar. Ya da Pollyanna gibi gözlerini kapatıyorlar. Bense gözlükleri bir kenara bırakıp, her saniyesini görmekten, hissetmekten söz ediyorum. Sadece üzüntü değil, mutluluk, aşk, acı, İNSAN...
En sıkıcı, en sıradan, en insan olmayan insana bile durup bakmak lazım bazen. Anlamaya çalışmak değil, sadece görmek. Her insan düşünmeli, kendi sıradanlığını yıkmalı, özel olduğunu hissetmeli. Bunu yapamıyorsa, soğuk ve hissiz olmayı kendine yetindiriyorsa aldığı hiçbir nefesin kıymetini bilmiyor demektir değil mi? Yaşadığımız çevrenin dört bir yanı bu hissiz insanlarla dolu. Ne yedikleri yemeğin tadını alabiliyorlar, ne öptükleri insanları hissedebiliyorlar, ne de söyledikleri sözleri duyabiliyorlar... Sadece durup bakıyorum, nefret de etmiyorum, onlar için üzülmüyorum da... Hayat onlardan ibaret değil. Daha fazlası olmalı. Gördüğümden çok daha fazlası. Hayal ettiğimden fazlası. Sadece durup bekliyorum yaşamam gereken daha kötü, daha güzel, daha derin şeyler olduğunu biliyorum. Hissedebilen insanlarla, düşünebilen insanlarla belki de...

2 Nisan 2008 Çarşamba

Çocukluk Anıları

Adile Naşit deyince geldi aklıma, eski fotoğraflara açıp baktım. Seviyorum arada albümleri açıp malak malak sırıtan ben'e bakıp kıkırdamayı. Sonra o bebecik fotoğraflarıma bakıyorum, elimi atıp mıncıklayasım geliyor yanaklarımı. Abimle fotoğraflarımız, aile dostlarıyla antik kentlerden kalma tatil fotoğrafları, yeni doğmuş ben ve abi ikilisinin babamın kucağındaki huzurlu fotoğrafları... içki muhabbetleri, çocukluk hayalleri, küçükken üstümüzden düşürmediğimiz ama şimdi nerde olduğunu bilmediğimiz çiçekli hippi elbiseler, annemin renkli şapkaları, abimin kocaman şortları, Uğur Mumcu kitapları, şarap kadehleri, koyu arkadaş muhabbetleri... Hepsi sığmış fotoğraf karelerine. Bazılarının arkasında unutulmaması için karalanmış bir iki cümle. "dünyadaki en iyi dostum, en değer verdiğim, canım abim", "güzel kızıma, iyi uykular", "Efes 1992"...

Fotoğraflar dışında birçoğu kafamda. Birçoğu değil tamam birkaçı diyelim. Abimle anne-baba işteyken evde yaptığımız kızılderili-kovboy oyunları ( Nedense her oyunda kızılderili ben olurdum, dayak yerdim :s). Sallanan dişleri kanepe arkasına saklanıp, kanepenin koluna dişi çarpa çarpa kan dökerek çıkartma işlemleri. Apartman çocukları çetesiyle komşu bahçenin elmasını, kayısısını, şeftalisini çalmaca. Tatilde edinilen arkadaşlara uygulanan şiddet içerikli deneyler...

Kaç yaşındaydım hatırlamıyorum ama baya küçüktüm. Daha doğrusu insanlarla oynanmaması gerektiğini kavrayamayacak kadar küçüktüm. Bir arkadaşım vardı, saçları çok güzeldi. Anneler babalar denizdeyken biz oturur kum oynar, ağaçlara tırmanırdık. Sıkıntıdan patladığımız bir sabah Turşu'nun aklına bir fikir geldi. Kuaförcülük!
-Eehehe gel senle kuaförcülük oynayak. Ben hemen bi fırça getirip geliyorum saçını yapcez eheeee
Merdivenlere oturduk sevgili arkadaşımla. Önüme oturttum onu saçını gayet masum birşekilde tarıyorum.
-Haydi bakalım sıra şekil vermeye geldi!
Kuaförlerde görmüştüm, böyle fırçayla saç kurutma makinesiyle beraber saçı havalandırıyorlar. Birkaç yıl sonra diyeceğim şekliyle "fön" çekiyorlardı. Bende başladım fırçayı saça dolayıp çekmeye, dolayıp çekmeye, dolayıp çekmeye, dolayıp çekmeye, dolayıp çekmeye, dolayıp... Çekemedim. Gelmedi saç. Panik yaptım biraz daha çektim, olmadı, gelmedi... Fırça kızın saçını kopardı, kız bağırdı, ağlamaya başladı.
-Dur dur zırlama (millet duyar paniğine girmiş Turşu'nun denek'i sakinleştirme çabaları), bak süper yapıcam şimdi, harika bi model olucak, ben buldum bu modeli hehe evet. Sus çocuum!

1 saat sonra...

Anneler babalar denizden güle oynaya gelirken, aradan sıvışan, zırlayan denek'i oracıkta bırakıp odasının kapısını kilitleyen Turşu kulağını kapıya dayadı ve dinledi...
-Ay nolmuş bu kızın saçına bööle??? ( Malum şahsın annesi)
-A aa ne biliyim dur ayıralım şu fırçayı! ( Turşunun annesi)
-Ayrılmıyo birbirine dolanmış buu!
-Makas getirin!

1-2 saat sonra...

-Naptın Turşu beğendin mi ettiğini?
-Ya anne kız kendi istedi saçımı tara saçımı tara diyeee! Ben dedim "ben yapamam,annene git" dedim ama illa kuaförcülük oynayalım diye tutturdu :(
- Hay allahım yaw! Kızım çocuun saçını kesmek zorunda kaldık. Yazık değil mi? Senin ne alıp veremediğin var bu insanlarla?
- Yok valla öhöm ııııı hehe xD

Evet kalleş Turşu, acımasız cani vs vs ama çok kötülük yapıp boku deneklere atma gibi bir huyum da var işte öyle.

Sene 1997 suları

Turşu anasınıfında. Annesi ve babası işte olduğu için bakıcısında vakit geçiriyordu. Birsürü çocuk vardı o güzelim Rize evinde. Mihriban teyzesi vardı mıncırık mıncırık severdi Turşu'yu "uyyyy teyzesinin kuzusuuuu uyyy" diyerekten. Çocuklar kızdırdı mı da bayılma numarası yapardı. Numarayı Turşu'nun abisi bile yerdi, "kolonya getirin kolonya getirin, teyzecim uyan valla üzmicez seni bi daa" sesleri arasında Turşu'nun ses çınlardı kulaklarda "yaw de get! numara yapıyo yine o kadın, sesinizi çıkarmayın uyanır birazdan!"

Yine bakıcıda geçen birgün. Mihriban teyze Hande'nin ( küçük tatlı kıvırcık bir denekti kendileri) altını değiştiriyordu salonda. Turşu'da kıkır kıkır izliyordu olan biteni. Derken kapı çaldı. Mihriban teyze koşturdu kapıya, komşuyla muhabbete daldı, cıbıldak Handecik'i unuttu. Halk kahramanı Turşu da bu duruma dayanamadı. indi koltuktan aşağı, oturdu küçük kızın başına. Önce bezi çekmeye çalıştı, olmadı. Çekti. Olmadı. Çekti. Olmadı. Çekti. Evreka! Bez halının üstüne yuvarlandı. İçinde tam olarak ne olduğunu şuan hatırlayamamakla birlikte, ne yaptığının farkına vardığı anda olay mahalinden hızla uzaklaştı Turşu. Kulağını kapıya dayadı ve dinlemeye başladı.
- Enam bu ne daaa!
-Valla ben bişey yapmadım kendi döktü teyzee! ( kapının arkasında durmaya daha fazla dayanamayıp duruma el attı Turşu.)

Benden nefret etmeyin dostlarım! Değiştim...

Rengahenk

Dün akşam sözü geçtiğinden olsa gerek biraz Can Yücel okumak geldi içimden. Baktım kitaplığa neler var diye Rengahenk'i buldum ama içimden açıp okumak gelmedi. Şiir kitaplarını açıp okumam zaten fazla. Bir tek Nazım Hikmet kitaplarını alırım tüm şiirleri okuma amacıyla. Rengahenk'in arasına sıkıştırılmış kağıtlarda birkaç tane şiir buldum. Oturdum kitaplığın dibine, bilgisayarımdan da Billie Holiday geliyordu kulağıma. Kayıp Çocuk ve Sevgi Duvarı'nı okuyup kaldırdım yerine.

KAYIP ÇOCUK
Birden işitilmez olsun ayak seslerim;
Gölgem bir başka sokağa sapıversin;
Unutayım bir anda her şeyi,
Nerde oturduğumu,
Bir tuhaf adem olduğumu Can adında.
Aklım arayadursun başka kapılarda kısmetimi,
Ben, bilmediğim sokaklarda bir başıma;
Gönlüm öylesine geniş, öyle ferah,
İlk defa görmüş gibi dünyayı,
Bir şaşkınlık içinde, yeniden doğmuş gibi;
Hatırlamam artık değil mi, dostlar,
Hatırlamam artık garipliğimi?

SEVGİ DUVARI
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi