Pages

23 Ekim 2008 Perşembe

John Barleycorn 'a Bir Süreliğine Veda

Çok olmuş yazmayalı yahu. Zamanım olmadı da değil, neredeyse hergün geldim buraya, blogcuların yazılarını okudum kapattım. Çok ayıp ettim doğrusu şu kalbim kadar temiz sayfalara. Kalbim gibi midem de temizdir benim, valla bak! Ama son bir aydır kıtlıktan çıkmış gibi alkol tükettiğim için garip sesler çıkarıyor kendileri. Bir haftadır da meyvelerini veriyor. 2-3 haftalık bir süreçte hergün, iki günde bir, üç günde bir olmak üzere öğle tatillerinde ve okul çıkışı evde kendime rakı enjekte ettim efenim. Çok özlemişim, şerbet gibi geldi vallahi. Haftasonları da elmalı- şeftalili cep votkaları (yerine göre 35likler (kolay döner beynimiz bizim deviremiyoruz öyle 70lik falan cık) ) içimizi ısıttı da ısıttı... Aşırıya kaçtığımızda "e azcık duralım mide dinlensin be muntaz" dediğimiz sıraların birinde Nikki On Extasy nin tekila muhabbetlerine tanık olduk canımız çekti. "E hadi o özlemimizi de giderelim sonra dinlensin mide" dedik. İndirimdeki Bazooka 'ları gördük "E ayıp olur Turşu" dedik, "sonra da dinlenebilir aslında" ların arasında onu da götürdük. Farketmedik ki biz, gece yatarken kıçımız açıkta kalmış, üşütmüşüz. Sonumuz mide bulantısı, nane- limon, yastık- yorgan oldu. Ders oldu koca 1 yılın ardından tekrarlayan yoğun alkol tüketiminin etkileri. Niye çoğul konuşuyorsam bu arada onu da anlamadım! Jack London alkolik yıllarında, alkole John Barleycorn dermiş. Kitapta da John Barleycorn 'lu yıllarını iki kişilik olarak anlatmış, çok etkilenmişim heralde.

Herneyse, içki dediğin şey güzel güzel tüketilmeli arkadaşım. Yudum yudum içilmeli, keyfi çıkarılmalı. İnsan her yıl gelen kriz türü dürtülere hakim olmalı, olmazsa sonuçlarına da bu şekilde katlanmalı. Şimdi çıkıp biri "Heyt be Turşu şu soğuk gecede senin burun akıntısı, üşümeyi kahve + kanyak la ne de güzel geçirirdik" ya da " Zencefilli kurabiyeyle tarçınlı sıcak şarap da battaniye içinde ne de güzel gideeer! hım hım nım nım nım..." dese gözüne gözüne nane-limon sokabilirim ben. Var öyle bir potansiyel şuan. Mide bu, dinlenmeye ihtiyacı var efenim. Kahveyi bile azalttım şu mide rahatlasın diye. Arka fonda Yann Tiersen 'li, battaniye içinde, sıcak şarapla geçirilecek soğuk kış günlerine hazırlık yapmak lazım azizim... Olmuyor böyle köprüaltı şarapçıları tadında, çıkmıyor zevki...

10 Ekim 2008 Cuma

Ortaya Karışık Chapter 3 ( 3. olması lazım sanırım galiba herhalde...)

Bahar geldi, yaz geldi, hava ısındı kimi zaman, çiçekler, böcekler, kuşlar vs.... Yeni yeni gruplar keşfettik. Sevgi Kebelekleri fışkırdı bazen içlerinden. Bazen "Highway to Rock'n Roll vu huuu!!!" dedik, coştuk, eğlendik... Ne gruplar geldi geçti yani işin özü... Ama şöyle hafiften havalar soğuyup, üstümüze yumuşacık kazaklar geçirdiğimizde, dizilerin yeni sezonları başlayıp, mutfakta turşular ve envai çeşit çorbalar üretime geçirildiğinde, yazın yağmura yakalanıp ıslanmak pek menem birşeyken, şimdilerde buz gibi havayla birleşince sadece camdan bakıp izlemesi zevkli olan yağmurdan kaçtığımızda zamanı gelen bir grup vardır ki... Anathema efenim... Nasıl tarif etsem bilmiyorum. Brutal vokali bir kenara bırakıp pek "clean" vokalle yollarına devam ettikleri dönemden sonrasını severim hep. Birçok Anathema fanı bu durumdan çok rahatsız olmuştur kanımca. "Artık eski tadı kalmadı ah ahh" dır bazıları için. Benim için ise kıymetli Anathema; Vincent 'ın kafa sesiyle bazen sakin, bazen haykırır durumda şarkı söylemesidir. Bir The Crestfallen ya da bir Serenades in de ayrı güzelliği vardır. Ama bir Angelica dinlerken hissettiklerimi bir Sweet Tears, bir A Dying Wish dinlerken hissedemem mesela. Gerçi A Dying Wish 'i örnek göstermem ne kadar doğrudur zira The Silent Enigma ; Darren White 'ın gruptan ayrılıp, yerine pek sevgili Vincent 'ın geçtiği saygı duyulası bir albümdür.

Ama dediğim gibi Angelica, Shroud Of False, en sevdiğim albümlerden olan Judgement 'tan Forgotten Hopes, One Last Goodbye, Parisienne Moonlight, A Fine Day To Exit 'in belki de en güzel şarkısı Temporary Peace, Flying, Are You There, albümle aynı adı taşıyan A Natural Disaster (ki bu şarkının konser performansları orjinalinden çok daha güzel olur bakınız, gerçi Lee Douglas denilen hatunun sesi her nekadar güzel de olsa tipini sevmem, Vincent 'ın yanına gitmez! => böyle de kıskanırım) ve daha birçok şarkı tüyleri diken diken eden bir huzura sahiptir. Melankoliden depresyona dalar, jiletleme moduna girersin gibi şeyler söyleyemem Anathema hakkında. Evet melankoliktir ama asla Anathema dinlerken bunalıma girmez bir insan, giremez, girmemelidir. Hafif bir hüzünle karışık mutluluk ve huzur hissidir bu grup kısaca. En son albümleri Hindsight ağustosta çıkmıştı sanırım ama o sıcak yaz ayında Anathema dinlemeye cesaret edememiş ertelemiştik download işini. Geçenlerde abimin bilgisayarından indirilmiş o güzelim albümü attım mp4 denilen cihaza. Günlerdir bu toplama albümü dinliyorum. 10 şarkının akustik versiyonlarından oluşuyor albüm. Bir ara buraya upload edeceğimdir. Buyrun bu da tracklist:

Fragile Dreams
Leave No Trace
Inner Silence
One Last Goodbye
Are You There
Angelica
A Natural Disaster
Temporary Peace
Flying
Unchained (tales of the unexpected)

Müzik muhabbetini bir kenara bırakıp, bir bağyan olduğum gerçeğini göz önünde bulundurursak Anathema dinleyip de ek olarak Vincent Cavanagh hayranı olmamam -en azından benim için- imkansız. Nikki hanım sayesinde bol bol İsveç çıtırı gördüm, İngiltereden fırlama Indie yaratıklarını seyrettim, dinledim, bol bol Fransız entellerine göz gezdirdim. Hiçbiri bu şahsiyet kadar hayran bırakamadı beni kendine. Konserlerden sonra suratında içkinin de etkisiyle oluşan kocaman gülümseme (bu cümleyi hala Anathema 'yı canlı canlı izlememiş biri olarak kurarken bu gerçeği bilinçaltımdan silmeye çalıştığımı da araya sıkıştırmalıyım), elinde şarap kadehi, tatlı tatlı gezinip duran bu adama hayran olmamalı da ne yapılmalı?


We're just a moment in time
A blink of an eye
A dream for the blind
Visions from a dying brain
I hope you don't understand...

Müzik muhabbetini bir kenara bırakayım diyorum ama günlerdir, hayır haftalardır, hatta ve hatta aylardır desem yeri midir? yeridir, Oturup televizyon karşısında Akbank'ın yeni Fish Card reklamını bekliyorum. Hani şu kredi kartı reklamı olmasına rağmen vazgeçtiğimiz hayaller bölümüne cağnım hippiyi koydukları reklam, elinde "Make Love Not Money" yazan... Bir arkadaşım izlemiş, pek beğenmiş "Sırf bu reklam için edinmek lazım bunlardan bir tane" demiş gözümün önünde. "Eğer reklamın bir kredi kartı reklamı olduğunu unutup, akıp giden fotoğraflarla birlikte Somewhere Over The Rainbow u dinlerseniz hayalleri gerçekleştirmek için kredi kartı borçlarına ihtiyacın olmadığını görebilirsin belki." demişim ben de... Mümkünse reklamın ortasında eski sevgiliye hava atma, bayılana kadar alışveriş yapma gibi fikirlerinizi kendinize saklayınız efenim, hayallerimiz bize kalsın. He niye oturup televizyon başında fish bekliyorum? Reklamın ilk yarısı hoşuma gidiyor be muntaz!

Siyasetten de siyasetçilerden de nefret eden bir insan olarak izledim Kemal Kılıçdaroğlu- Mehmet Mir Dengir Fırat Ahmet Mahmut Ali Cengiz Muntaz... tartışmasını. Hani benim de karşıma o kadar sakin, her zırt dediğinde pırt diye ordan bir belge çıkaran, tepki olarak tek bir sinirli hareket dahi göstermeyen, mimikten yoksun adam çıkarsalar ter içinde kalır, ayılır bayılırım -ki düşün ben sütten çıkmış ak kaşık, Mehmet Dengir bla bla artık nasıl bir kirli çıkın... Ama o ortamda ben olmadığım için ve televizyonun karşısında elimde kahvem gerim gerim gerilerek izlediğim için çok hoşuma gitti. Her belgede biraz daha geniş sırıttım. Ve o babacan, belgeli adama çok fena kanım kaynadı. En sevdiğim insan türlerinden. Sakinken çıldırtanlardan... Çok beğendim çook bildiğiniz gibi değil. 2000 yılındaki (2001 de olabilir hatırlamamaktayım) raporlardan bahsedip Mehmet Mir Dengir Ali Ayşe Hüseyin Fırat vesaireyi köşeye sıkıştırdığı sahne çok güzeldi hem de (Anlatışımdan da anladığınız üzere film gibi geçti oturdum bir de tekrarını izledim. Dvd si çıksın onu da alıcam!).

Suçlama Kaynağı: 2000 yılında tutulmuş rapor.
Savunma Kaynağı: 2006 yılında tutulmuş rapor.

Buyrun aradaki 7 fark...

Geçen gün Enver Aysever'le Ayrıntılar diye bir program vardı Skytürk'te onu izledim. Pippa Bacca yı konu etmişler bir bölümde. O videoları izledikçe, fotoğrafları gördükçe tüylerim diken diken oldu yine... Bu kadının, her çeşit insan barındıran şu ülkede cinsel tatmininden başka birşey düşün(e)meyen, insan demeye bin şahit isteyen bu ne olduğuna dair hiçbir fikir yürütemediğim "şey" tarafından öldürülmesi düşüncesi şuan bile kanımı donduruyor. "Bunların" heran çevremizde olduğu düşüncesi ise...

1 gün sonra konulan not: Ahanda buyrun => Anathema- Hindsight

3 Ekim 2008 Cuma

Bayram Şekeri Style

Bayram boyunca ev telefonumuz çalışmadı okuyucu. İnternete de giremedim. Kimse bunun sorumlusu çıksın itiraf etsin ulen! Yazacak şeylerim var... Bir önceki yazı gibi olmayacak zira üç gündür kahveyle yatıp kahveyle kalkıyorum. Boşaltım sistemim sırf bu sıvı üzerine çalışıyor. Bayramda sadece baba ve dedemden para almanın verdiği buruk acıyla evde oturup kuzenle film izlediğim için kesinlikle şiirsel şeyler çıkmayacak ortaya... Orfanato ile başlayan film kuşağı; The Ninth Gate, Chocolat, Across The Universe, Death Note (1-2), Psycho, Naked Lunch, Waking Life, Constantine, Wanted, Blue Velvet, Nightwatch... olarak devam etti.

Abimin yarın gitmesini mi kutluyoruz bilinmez, salondaki şömineyi yakma hevesi içine girdi annemle babam. Hava çok kötüydü tüm gün boyunca yağmur yağdı. Sıcacık kahvelerimizi alıp o şöminenin başına geçmek nasıl bir keyiftir yahu... Televizyonda da Nick Cave & The Bad Seeds - LoverMan klibi dönmeye başlayınca Nirvanaya ulaşmış Buddha psikolojisi içine girdim bile. Bu arada şömine denilen alet gerçekten çok ilginç. Suratın yanıyor, arkan buz tutuyor...

Sevgili Myspace adamımız Tom 'u bulursam bir temiz döveceğim. Emilie Simon hanfendinin pek güzide cover ladığı Iggy Pop şaheseri I Wanna Be Your Dog u profilime eklemek istedim ama profilimde player görünmüyor.

Sopor Aeternus dinliyordum son birkaç gündür. In Der Palästra çok da hüzünlü gelmişti. Şarkıyı abime dinlettiğim günden beri dinleyemiyorum. Hayır ne var bu adamın sesinde bu kadar gülünecek? O titrek ses önceden duygulu gelirken artık ne zaman dinlesem abimin taklitleri aklıma geliyor, gülmeden edemiyorum! (Şuradan bir bakın derim, Deri Ceketli Çocuk haklı mı yoksa?)

Küçüklüğümde izlediğim korku filmlerindeki tırnak sökme sahnelerinden fazlaca etkilenmiş olmalıyım ki yıllardır tırnağımla etimin birbirinden ayrılması düşüncesi tüylerimi diken diken eder. Bu korkum yüzünden hep tırnağımı etime bastırırdım. Geçen günlerde farkettim ki tırnağımın uzadığı yerdeki etim tırnağıma yapışmış blogger!!! Tırnakla beraber uzuyor et. Törpünün sivri ucuyla birbirinden ayırdım. Canım da baya acıdı. Şimdi aklıma geldikçe etimi çekiyorum geriye geriye tekrar yapışmasın diye. Önüme gelen herkese de anlatıyorum tüyleri diken diken olsun, içleri cız etsin...

Yazacak şeylerim vardı güya. Hepsini unuttum. Müzik ve sinemadan bahsetmek istiyorum. Bu arada Elif Şafak 'a benziyormuşum. Bugün gittiğim fuarda kitap bölümündeki iki üniversiteli genç ağızları bir karış açık "Aaaa Elif Şafak gibisiin, kesinlikle saçlarını sarıya boyamalısın" dediler. "De get layn" demek istedim.

Son yıllarda doğru dürüst Türkçe müzik dinlemeyen bendeniz yavaş yavaş alışmaya başladım galiba. Cem Adrian, Umay Umay, Makine, Asfalt Dünya vs. ile sınırlı zevklerimin arasına bugün Zakkum 'dan iki parça, bir de Kreş 'ten Yarım Kalan Şarap 'ı ekledim. Dinliyorum ciddi ciddi. Zakkum 'u hiç sevmem ama Hipokondriyak ve Ahtapotlar 'dan yeni haberim oldu. Ne olursa olsun bu iki şarkıyı başka bir grubun yorumlamasını istemekteyim. Şarkılar güzel, güzel olmasına ama gruptan hiç haz etmem. Asfalt Dünya söylesin! Evet evet yakışır...

Bence haftada bir gün belirleyip o günü Alfred Hitchcock günü yapmalıyız. O günlerin hepsinde de Psycho izlemeliyiz. Hemen ertesi günü de Anthony Perkins günü ilan etmeli, hep Le Procés izlemeliyiz.

Uzun zamandır blog açmadığımdan mıdır bilmiyorum hiçbirşey anlatmak gelmedi içimden. Bari süslü olsun dedim içine güzel güzel bağlantılar koydum. Son olarak da yeni keşiflerimden biri olan OperaNoire albümünü kondurup gidelim. Afiyet olsun efenim...