Pages

22 Eylül 2011 Perşembe

O biçim bir yağmur

Ankara yoluna 1 gün kala bastıran sağanak yüzünden, daha doğrusu sağanakla beraber evin çevresini ve içini saran kasvetli hava yüzünden, 4 aydır volta attığım eve şöyle bir bakıp "gitmem lan ben burdan" yorumunu yaptım. Sabahtan beri süren valiz hazırlama telaşı bitince bilgisayarın başına oturup hoş sohbet bir beyin üşenmeyip benim için hazırladığı Grieg'den Mahler'e kadar uzanan takdir edilesi klasik klasörünü dizdim playliste. Mutfaktan gelen kurabiye kokularının Ankara kolisi için hazırlanan kurabiyelerden değil de öğlesine, kahve eşliğinde yenmek için hazırlanan kurabiyelerden olduğunu inatla varsayarak kendime bir kahve koymayı düşünüyorum. Ama onun öncesinde babamın dibine üşüşüp, "boşver okulu falan Osman Bey, ben oturayım burda, hergün kurabiye yiyip, yağmur yağarken kitap okuyalım beraber. Sen çay içersin, ben de kahve.." şeklinde teklifler sunmam gerekiyor... Ya da dur önce ben bir kahve koyup, bir iki kurabiye tırtıklayayım, Pachelbel çalsın arkada da. 

Canon in D

8 Eylül 2011 Perşembe

Belki de Mastercard

Evet, bir an için ben de öldüğümü sanmıştım ama değilmiş, dört ay sonra yine utanmadan "yeni kayıt" butonuna basabildiğime göre hâlâ söyleyecek bir şeylerim varmış.

Kitap okumayı, film izlemeyi falan bıraktım, gerçekten insan hayatında büyük bir aydınlanma yaratıyor bu durum. Film ve dizi indiriyorum bol bol, sadece dizileri izliyorum. İndirilen çoğu film bir köşede, diziler bitirilip yapacak bir şey kalmadığında izlenmek için bekliyor. Dizi izlemek gerçekten bünyeyi sakinleştiriyor, insanın üstüne bir rahatlık örtüyor. Uzun süreli dikkat gerektirmiyor, yormuyor, ve en önemlisi çok eğlendiriyor. Sıcağın, özellikle denizi olmayan şehirlerde (bu ayrımı yapmam gerektiğini hissettim, insanın bunaldığında kendini atabileceği bir tuzlu su birikintisinin olmaması çok üzücü bir gerçek çünkü) yarattığı o sıkıntılı ve bunaltıcı saatleri olabilecek en az hasarla atlatmak için yapmam gereken tek şey; bol naneli ve buzlu koca bir bardak limonata (akşamları tercih buz gibi bira da olabiliyor) eşliğinde koltuğa yayılıp Community izlemek.


Günlerin çoğu böyle geçiyor olsa bile, tatilin şu ana kadarki kısmını hep bu şekilde harcamadım tabi ki. İnsanlık adına çok önemli aktivitelerde de bulundum. Mesela yemek yapmaya başladım. Annemin de işine gelen bu girişimlerimden hiçbiri hüsranla sonuçlanmadı neyse ki (bkz. şu an buzdolabında yenmeyi bekleyen havuçlu-kabaklı rakı mezesi).  Ama bundan daha da önemli olan İstanbul ziyaretim gerçekten de insanlık adına atılmış büyük bir adımdı. 4 senedir yorulmaksızın, itinayla iletişip, birbirimizin beynini sotelediğimiz mimi wonka ile sonunda göz göze, diz dize oturup..... dizi izledik! Evet, güzel güzel muhabbetler de edildi ama kanımca en güzel anlar mabadlarımızı yayıp dizi-film izlediğimiz anlardı. 4(0) yılın başı bir araya gelmişken oturup dizi mi izledik? Evet, o kadar sene filmlerden dizilerden ondan bundan saatlerce konuştuktan sonra bir araya gelip en azından 2 sezon Misfits izlememek ayıp olurdu, yazık olurdu. Tabi ki sadece televizyon karşısında şapşal süper kahramanları izleyerek geçirmedik zamanımızı. Olması gerektiği gibi, biralar da tokuşturuldu, rakı sofraları da hazırlandı. Akbank Sanat'ın yolları tutuldu kısa film festivali niyetine. Bir de üstüne Patrick Wolf izlendi canlı canlı. Güvenlik görevlileri ve Wolf 'un kendisi tarafından potansiyel sapık muamelesi görüp, eve dönüş yolunda "keşke o kadar da hayran olmasaydık, hayal kırıklığı yapıyormuş bak" serzenişlerinde bulunsak da İstanbul Modern 'den kanlı canlı, parmağında nişan yüzüğüyle bir Patrick Wolf ve oldukça başarılı bir Damaris performansı görüp ayrıldık -ki hatıra fotoğraflarını da düşünürsek bence verimli bir akşamdı.

Bunun dışında görülmesi gereken birçok insan görüldü, fakat aynı zamanda görülmesi gereken birçok insan da görülemedi. Bunların başında gelen süper cem 'e ayrı bir özür niteliğinde yazının sonuna alternatif müzik zevki için hoş bir "dinlemelik" serpiştireceğimdir. Selamlar!

...

Kitap fuarından çaldığım o kadar kitap en azından ailenin bir ferdinin işine yarıyor. Babam her iki üç günde bir, akşamları yatmadan önce, kitaplığımdan kendine kitap beğeniyor. Zaman zaman bu sebeple aramızda garip diyaloglar da geçmiyor değil.

- Arkadaşının yazdığı kitapları okudum bugün. Şu şu şu konuları ele alış biçimini beğendim, ama genel olarak akışı tutturamadığı şöyle şöyle yerler var...

- Hadi ya..

-Sen okumamış mıydın?

- ... Ben yorumlarını iletirim kendisine baba..

...

Bloga en son nisan ayında Demirkubuz'la ilgili bir şeyler karalayıp çıkmışım. Şöyle bir baktığımda İstanbul gezisi, dedemin vefatı ve kahveye tekrar başlamam dışında hayatımda önemli sayılabilecek pek de bir şey olmadığını görüyorum.

Dedem öldüğünden beri anne tarafında bir tür sülale birleşmesi oldu. 4 kardeş, o kardeşlerin eşleri, çocukları 7/24 iç içe olmaya başladı. Hayatım boyunca görmediğim akrabalardan bahsetmiyorum da, hani, neredeyse her gün bir kardeşin evinde toplanıp akşam yemekleri yemeceler, birlikte fotoğraf çektirmeceler, bir yakınlaşmalar falan... Tabi babayı kaybetmenin getirdiği bir "birlikte zaman geçirelim" mentalitesi var, haklı olarak.. Ama şimdiye kadar bir çekirdek aile olarak faaliyet gösterirken, bir anda teyzesinden, kuzenine, büyük amcasına kadar genişlemek ve farketmeden bu insanların sorunlarına ortak olmak, bazen de bu insanların sorunu olmak garip bir şey. Başlarda fena değildi aslında,evin içinde sürekli bir hareket olması, küçük kuzenlerin etrafta yorulmak bilmeden koşuşturması vs. Ama bu kalabalıklaşma; dedemin öldüğü gün, evde onlarca kadın ağlarken, tüm günü, dedemin çatısında, annemin gençken giydiği, astarı sökülmüş gri kabanının üstüne oturup, asmaların oluşturduğu gölgenin altında sigara içerek geçirdiğim zamanki gibi bir ruh hali yaratıyor üstümde. İnsan hayatında bazen işler Amerikan bağımsız filmleri gibi gitmeli bence. Hayatları mütevazi bir ev ve monoton bir döngüden ibaret olan bir takım insanların, günün birinde sevdikleri birini kaybettikleri, climaxı en fazla 10 saniyelik bir sinir krizi ya da karakterlerden birinin arabayı nehre fırlattığı, kıyafetleriyle denize girdiği bir sahne vb. olan ve müziklerini Iron & Wine 'in yaptığı sakin ve güzel, düşük bütçeli bir Amerikan filmi. Sundance 'te görebileceğimiz cinsten...

...

Burada havalar yavaştan soğumaya başladı. En azından akşamları ayaklara çorap gerekiyor. Bu yüzden kahve içmeye başladım (evet, gerçekten bahane arıyormuşum). Fakat, kafeinle olan ilişkimi "bazı akşamlar, keyiflik" seviyesine çektiğimi de gururla söyleyebilirim. Ve artık yazmayı bir kenara bırakırken şunu söylemeliyim ki, bazı akşamlar kahve, Ilya eşliğinde daha bir nefis oluyor. O akşamın tadı ayrı bir güzel çıkıyor mesela...

Ilya - They Died For Beauty
Ilya - Bellissimo
Ilya - Pretty Baby