Pages

26 Eylül 2009 Cumartesi

Günün Posası


Sabah 8'den akşam 6'ya kadar dershanedeydim ve ingilizce-sözel dersler arasında sadece 1 saatlik öğle yemeği arası vardı. 10 saat boyunca ders dinlemek, deneme sınavı olmak bünyeme hiç ama hiç iyi gelmedi. Tenefüslerde aklımdaki yegane şey, sırt çantamdaki iki adet buz gibi biraydı. Eve gelince pijamalarımı çekip, yemeğimi odama çıkartıp, sevgili bira eşliğinde Jim Jarmusch'dan nağmeler "Night On Earth" izleme hayalleri kura kura geçirdim tüm günümü. Otobüs durağında beklerken yorgunluk ve erken kalkmanın verdiği uykusuzluk yüzünden kendimi zor taşıdım. Otobüse binip kendimi tek koltuklardan birine attığımda bir parça huzur bulmuştum. Yann Tiersen- Les Retrouvailles albümü eşliğinde güzel bir yolculuk geçireceğimi umarak kurulmuştum o koltuğa. 2 durak sonra binen "altın gününden geldik biz, çok yedik çok oynadık, gençleşelim diye de dedikodunun kralını çevirdik" teyzelerinden bir düzinesi doluştu otobüse. Ve evet tahmin et blogger ne oldu, sen de ben de çok çok iyi biliyoruz ki bu teyzelerden (akabinde amcalardan) kaçış pek mümkün değil. Kıçını onlara döndürüp camdan dışarıyı izler havası takınmak da yetmiyor çoğu zaman, ordan bir aklı evvel fırlıyor "hadi gençsiniz biriniz yer verin teyzenize" lanetini okuyor ve yine köşesine pısıyor. Sana iki seçenek kalıyor; ya ayrım gözetmeksizin insanoğlunun doğasına uygun olarak gençlerin de yorulabileceğini, hatta altın gününde dedikodunun hat safhasına varan teyzelerden çok daha fazla yorulabileceğini karşındakine kavratacaksın ya da içinden güzel güzel sövüp ayağa kalkacaksın. Ve genelde yorgunsan kılını kıpırdatmak, ağzını açmaktan daha kolay bir iş gibi görünüyor o zamanlar. Dibime sokulup gözümün içine sinsi bakışlar fırlatan altın günü teyzesine kıçımla bir güzel ısıttığım yumuşacık koltuğumu verip ayakta beklemeye başladım ben de. Otobüsten indiğimde gerçekten bitkindim ve eve giden kısa yolu tepiyordum. Bir üstümüzdeki sitelerin evlerinin birinde her geçişimde havlayıp asabımı bozan köpeğin yanından geçtiğim sıralarda köpeğin zincirinin olmadığını farkettim. Bozuntuya vermeden yürürsem belki havlamaz, ısırmaya falan kalkmaz düşüncesiyle devam etmek istedim, devam da ettim. Dinlediğim şarkı bitmeye yakın sesi azalınca arkamdan gelen zincir şıngırtısını duydum. Ne olmuş ne bitmiş kimmiş o demeden ani bir dönüşle, elimin tersiyle de osmanlı tokadı atacak pozisyonu yaratarak sesimin yettiği kadar, gayet vulgar bir biçimde "hooşşşt!!!" diye böğürdüm. Yine şımarık şımarık havlayarak keyfimi kaçıracağını sanan nalet yaratık, alçak köpek "viyk viyk viyk" diye inleyerekten geldiği yöne ani bir dönüşle döndü, koşarak kafesine girdi. Tüm günün yorgunluğunu, sinirini üzerimden attığımı hissederek devam ettim yoluma. Devasa bir huzur kapladı içimi, midem kıpır kıpır oldu, kahkaha ataraktan gittim evime, mutlu oldum sanki...

24 Eylül 2009 Perşembe

Maybe we could express ourselves more fully if we say it without words...

Telefonlar 06.45 'e kuruldu ve ben eylül boyunca bloga adam gibi yazı koymamış, yazılan hiçbir taslağı beğenmeyip kaydetmeden silmiş, boşverip diğer bloggerların yazılarını okumuş bir blogger mahluku olarak her sabah aynada kendime bakıp, doğru açıyı yakalayıp suratıma iki tane geçiriyorum sırf bu yüzden. Kişisel hesaplaşmada sınır tanımayan zihniyetler olduğumuz su götürmez bir gerçektir aynı zamanda. Ancak dediğim gibi, insanın yaşayacak kayda değer birşeyleri olmayınca anlatacak kayda değer birşeyleri de olmuyor. Bak bu cümleyi unutma, not al bir yerlere, afili oldu baya. Bundan 20 yıl sonra posası çıkmış mühim entel insanlardan falan olursam yaparsın yorumunu "artık yaratıcılık mevzusunda bir esprisi kalmadı, gençken söylediği şeyleri ısıtıp ısıtıp önümüze koyuyor, biz bunun cücüklüğünü biliyoruz" falan dersin (tabi ki demezsin öyle birşey, lafın gelişi söylüyorum ben).


06:45 'te uyanıp okula gitme dönemleri, evet, yarın sabah itibariyle başlıyor ve ben yine an itibariyle Les Champs-Elysées dinleyen bir blogger mahluku olarak eylül boyunca boş kalmış bu kalbim kadar temiz bloga son birşeyler karalayıp öyle kaçayım dedim. Bu kararı almamda sabah ayna karşısında geçirilen 1 dakika 20 saniyelik yüz kızartıcı kişisel hesaplaşmanın da etkisi olmadı değil.


Natural Born Killers izledikten sonra akıllarda kalması olası birçok sahneden ziyade, akabindeki 2 gün boyunca yılan korkum üzerinde yoğunlaştığımı belirtmek isterim. Jim Morrison 'ı çok seviyorum ama doğaya bir kızılderili bilge gözüyle bakmak için ya fazla dejenere oldum ya da yılanlarla bitmemiş -hatta muhtemelen daha başlamamış- bir iç hesaplaşmam var. Yine ileride birgün Buddha misali mühim bir adam olursam da bu konu üzerinde iki çift laf ederim, not almak lazım.


Annemin, Stewie 'nin "Louis Louis Louis, mum mum mum mum mum, mummy mummy mummy, mother mother mother mother..." repliğinin bulunduğu Family Guy bölümünü izlediğine dair içimde garip bir şüphe belirdi nedense. Otomatiğe bağlayıp insanı çileden çıkartma tekniğini başarıyla pratiğe döktüğü için kendisini tebrik etmeliyim bir ara, bunu da not aldım.


Hazır çileden çıkmışken burdan müyap 'a seslenip öyle gideyim. Bir çeşit bezdirme tekniği midir bu anlamıyorum. Bilgisayarın dns ayalarlarıyla oynamayı bıraktım çünkü, bir süre sonra bayıyor. Yuutub yasağını bile hala sindirememiş olan bloggerların myspace ve lastfm 'lerini birgünlük de olsa engellediniz, aferin lan, tebrik ettim, hayret ve hayranlık karışımı duygularla takip ediyorum. Son 1 haftadır bloga erişimde süpsüper sıkıntılar da yaşıyoruz, onu hala anlamış değilsem bile nedeni ne olursa olsun onun suçunu da sizin üstünüze atmak istiyorum. Tamam beybi öptüm..

4 Eylül 2009 Cuma

Hastayım, 2 Metreden Fazla Yaklaşma!


(Bir iki hafta öncesi...)

Anne şahsı: bak kızım, kafanı koyduğun yerde zıbarıyorsun birşey demiyorum ama üstüne birşey ört öyle uyu, hasta olucaksın sonra!
Turşu şahsı: yaaaa tamam anne yaaaaaaa (Sıdıka 2)

(Birkaç gün öncesi...)

Anne şahsı: Bak yine uyuyup kalmış ya, sabah 5e kadar oturup 9da dershaneye gidersen böyle olur işte..
Turşu şahsı: ...
Anne şahsı: Turşucuğum uyan artık hadi bak hem üstün açık kalmış hem de incecik giyinmişsin..
Turşu şahsı: Hiyaaaaauuh (esneme efekti), yaaa tamam anne yaaaaaaa...

(Bu sabah...)

Anne şahsı: Günaydıın..
Turşu şahsı: Ya ne aydını yaaa! Dün gece kustum zaten, şuan tüm vücudum dökülüyor, her tarafım acıyor anne yaaa... Üşütüyorum sanırsam...
Anne şahsı: ...
Turşu şahsı: Bu konuda tek bir şaka bile istemiyorum, çok ciddiyim! Hadi sen bana çorba yap bence...


Aslında suç benim değil, dün akşamüstü bir iki saatlik kestirme sırasında gördüğüm rüyadır tüm bunların sebebi. Zaten içinde bol bol egzantirik olay vardı, Richard Linklater beni tanısaydı Waking Life 'ı tekrar çekmek isterdi, eminim bundan. Ama kesik sahnelerden oluşan rüyalar bütünümün bir bölümü vardı ki, şuan sırtım vikis yüzünden yanıyorsa, bu, o bölümün suçudur.

Otobüs durağında sevgili kuzenimle otobüs bekliyoruz. Gelmiyor bir türlü beklenilen taşıt. Sonra dayanamayıp telefonumu çıkarıyorum ve otobüs şoförünü arıyorum (belediye otobüs şoförünün telefon numarasının bende işi ne sorusu apayrı bir platformda tartışılmalıdır diyorum ben). Telefonu bol bol söverek açıyor kendisi, benim sesimi duyduktan sonra "anaa karıymış lan bu" diyor. "Ulan ancak otobüs gecikti mi ararsınız zaten siz karılar, birinize de farklı bi ortamda denk gelemedik amk" diye de devam ettiriyor ben suratına telefonu kapatmadan önce. Sonra otobüs şoföründen mesajlar gelmeye başlıyor efenim (bakma öyle rüya bu!), aklımda kalan sadece son mesajdı ama sırtımdan terler akıtarak uyanmama yetti de arttı. "Bak karı, ben Oscar Wilde okuyan entellektüel bir insanım, benimle beraber olucaksan kültürlü biri olmak zorundasın, cahil sevmem ben..." Sen şimdi soruyorsun "ulan tamam baya geyik bir rüyaymış ama ne alaka korkunç falan" diye. Seni temin ederim blogger, o rüyanın içinde olsaydın sen de kendini Teksas Katliamı vari filmlerde ölmek üzere olan sarışın hatunlar gibi hissederdin, öyle temin ediyorum yani düşün... E ben o rüyanın içinde sıkışıp kalmışken Mimi Wonka'nın sevgi dolu mesajıyla uyanınca bir anda kendime gelemedim, "uyandım dimi lan dimi dimi" diyerek şoku üzerimden attıktan sonra gayet de arka taraflarımın açıkta kalmış olduğunu farkettim, ayrıca korkudan terlemişim, işte burdan da konuyu neden hasta olduğum sorusuna bağlarım. Herşey Oscar Wilde okuyan belediye otobüs şoförünün yüzünden. Zaten ya çok geç geliyorsunuz ya çok erken, bir de rüyamda sardınız be amcacım!


En kötüsü de boğaz tahriş olur korkusuyla kahve içememek lan :(