Pages

26 Ocak 2011 Çarşamba

Sömestr tatili niyetine evdeyim. Geçirilecek 1 ay demektir bu. Ama telaşa mahal yok, okunacak kitap listem var, gayet dolu... Haftada ortalama 2-3 kitabın yanına tik koyuyorum. Evdeyken zamandan bol bir şeyim yok. Günde en az iki kere ocağa çay konuluyor tarafımdan. Yetiştirecek bir şey yok. Evin içinde gereksiz bir koşuşturmaca da... En büyük heyecan, ailece tabu oynarken babamın karşıma geçip "eğlence" kelimesini anlatma çabası sırasında oluyor. 50 küsür yaşındaki adamın elindeki kartı, panik içinde debelenirken süre dolunca sinirle yere fırlatmasını izlemekse gerçekten "eğlence"li oluyor.


Gün geçtikçe durulduğumu hissediyorum. Eskisi gibi karşıma çıkacak şeyleri büyük bir heyecanla beklemiyorum. Belki karşıma çıkan şeylerin düşündüğüm kadar tatmin edici olmadığını farketmeye başlamamın etkisi olabilir. Kafamda büyük projelerin planları dönmüyor ve bu üzücü bir şey değil, aksine daha iyi odaklanmamı sağlıyor kafamın daha rahat olması. Küçük küçük ilerlemenin önemini kavrıyorum. Çok afili, şaşalı başarılar yerine sadece benim bildiğim, bireysel kazanımlar; bir adım sonrası için hazırlıyor aklımı. Soğuk duş etkisi yaratmadan teker teker geleceğinin garantisi oluyor bir nevi. Bir Pollyanna 'cılığa çekilme kaygısı olmadan söylüyorum bunları. İnsan kendisine ve kozmosa gereğinden fazla güvenip hayattan büyük lokmalar almaya yeltendiğinde altından kalkamıyor işlerin. Minik minik deşelemek gerekiyormuş dünyayı.

Aydınlanma vb. saçmalıklardan bahsetmiyorum. Ergen döneminin Oshocu muhabbetleri geçeli oldu baya. Kemana başladım yeniden ve kafamdaki en güzel fantazi, birkaç ay sonra o dört telden bir Tiersen çıkarmak. La Veillée belki..

7 Ocak 2011 Cuma

Saat 03:19. Bu demektir ki 7 Ocak'ı bitkin bir vaziyette geçireceğim. Bir damla uykumun olmaması, uykuya ihtiyacım olduğu zamanlarda gerçekten gereksiz bir durum oluyor, onu farkettim. Burnum Niagara gibiyken, pencerede içtiğim sigaranın kokusu odaya sinmişken, ayaklarım buz gibiyken -ki gece yatağa asla çoraplı giremezken- ve uyumak için Cocorosie bile işe yaramıyorken, sabahın 3'ünde şişmiş gözlerle karanlık odada bilgisayar başında oturmak bir nevi eziyet.

Sorulduğunda, hâlâ hiç tereddüt etmeden bir nikotin tiryakisi olmadığımı söylemem karşımdaki kişide sağ yumruğunu olağan gücüyle sıkıp sol yanağıma bir kroşe geçirme isteği uyandırsa da bunu söylemekten vazgeçeceğimi düşünmüyorum. Bazı şeyleri ne kadar az ciddiye alırsan, o şeyler bir o kadar zararsızlaşıyorlar. Bu konuda alkol, sigara için ne düşünüyorsam insanlar için de aynı şeyi düşündüğüm gerçeği belki kroşe arzusunu çiftleyebilir, ama lütfen, ben barışçıl bir insanım..

Yaklaşık bir yıldır kişisel anlamda birşeyler üretemediğim için kendimi, kendi açımdan işe yaramaz hissetmem gerektiğini biliyorum. İlk başta hissettim de, biraz sağduyu.. Ama son zamanlarda kafaya taktığım en önemli konu üç sezon Lie To Me tükettikten sonra yeni bölüm gelmeyişinden doğan boşluk hissi. Çok iyiyim aslında, herşey olması gerektiği gibi. Yaptığım şeyler olması gerektiği gibi, çevremde gördüklerim olması gerektiği gibi, gün içinde düşündüklerim bile olması gerektiği gibi. Asıl sorun akşam monologları. Bir aynam olmadığı için işler biraz daha kolay tabi ama yine de geceleri uyandıran bir şeyler var ve o saniyeden itibaren işler olması gerektiği gibi değil. Ya da o saniyeden itibaren herşey olması gerektiği gibi ve geri kalanı çevre kirliliği (bir 'olması gerektiği gibi' kalabalığı yığıldı, farkındayım).

İsveçli bilim adamlarının ilgisini çekecek kadar enteresan biri olduğumu düşünmüyorum ama şu ana kadar kendimden hiç sıkılmadığımı göz önünde bulundurursak bence o kadar da vasat değil durum. Günlük hayatta biraz sığ biriyim ama ipin ucunu kaçırdığımı da düşünmedim hiç. Günü geçirmek için sığ olmak gerekiyor bazen, zira hiç eğlenceli olmuyor dışarısı diğer türlü. Kendimi ciddiye almadığım çoğu zamanda alıyormuş gibi göründüğüm de oluyor. Bana sorarsan ciddiyet o kadar da abartılması gereken bir nitelik değil ama işe de yarıyor yeri geldiğinde. Doğru sandıkları fikirlerini karşılarındakine empoze etmeye çalışan insanların yanında sığlığın da pek bir yararı olmuyor, ciddiyet iyice batırıyor. En zararsızı dinlemediğini belli etmemek için hafifçe başını sallayıp, biraz da gülümsemek. Sonra olağanüstü şeyler yaşanmıyor; insanlar yemeye, içmeye, uyumaya, sevişmeye ve doğrularını alenileştirmeye devam ediyorlar. İki kere ikinin dört ettiğinden o kadar eminiz çünkü.

Böyle cümleler kurmak için daha çok gencim aslında. Satırlara göz gezdirdiğim zaman gelecekten 42 yaşındaki halimi getirip sol yanağıma bir sağ kroşe indirtmek istiyorum mesela.
---
Sabah nasıl uyanacağım konusunda endişe ediyor olmalıyım şu an, monologlarımdan korkmak yerine (çoklu kişilik bozukluğu bambaşka bir şey, karıştırmayalım).
---
Bugün babam telefonda çok güzel bir şey söyledi, ya da böyle demek istiyordu cümlelerinde;

"-Geleceğe dair yapacağın yatırımların planını şimdilik sadece bireysel olarak yürüt, kendini daha çok geliştirmeye harca zamanını. Telaş yapıp birden harekete geçme. Daha önünde çok zaman olacak harekete geçmek için, tamam mı?"

Belki bu cümleleri avucumun içine yazıp aceleyle bir şeylere karar verirken dönüp bakarak bir daha düşünmek için kullanabilirim. Ama avuç içleri çok çabuk terleyen bir insan oluşum bu sürecin sık sık aksamasına sebep olabilir.

-Senin kafan çok karışık şekerim..
-Hayır, sadece çok çabuk yoruluyorum... şekerim.

Saat 04:23. Bu demektir ki 7 Ocak gerçekten çok bitkin geçecek. Ve bende bir damla uyku yok. Cocorosie da işe yaramıyor. Koyun saymak oldum olası işe yaramadı zaten, hep geçen koyunlara takılıyorum, çiti geçtikten sonra ne yaptıkları geliyor gözümün önüne, çok salakça bir durum aslında. İyi geceler..