Pages

30 Temmuz 2012 Pazartesi

little boxes made of ticky tacky

    Yazın bu sıcağında son iki haftadır aralıksız öksürüyor olmamın tek kötü tarafı aralıksız öksürüyor oluşum değil, alkol alamıyor oluşumdur blogger. Sen de iyi biliyorsun ki alkol almayan bir insan çok sıkıcı bir insandır ve bu sıkıcılıkla 600 sayfalık bir Umberto Eco kitabını bir iki günde bitirebilir. Ayrıca bu insan gün içinde buz gibi bir birayla serinlemek varken elinde boğazı yumuşasın diye tarçınlı ıhlamur fincanıyla gezmek durumunda bile kalabilir. Bu sıkıcı ve aralıksız öksüren insana yazık değildir de nedir? Ve hayal et sevgili blogger, elinde tarçınlı, ballı, limonlu ıhlamurla bir Harmony Korine filmi izlediğini hayal et. Bunu yapabildiğin zaman neler hissettiğimi anlayacaksın.

    Annem bugün büyük bir dürüstlük örneği göstererek neden artık eskisi kadar kitap okumadığını açıkladı. Sayın U.D.'ye göre fazla kitap okumanın insana hiçbir faydası yok. İnsanı sadece daha ukala yapıyor, çevresindeki insanlarla iletişim kurmasını engelliyor ve çevreden izole ediyor. Kendisine aslında kendisinin kitap okumayı bırakmasından ziyade çevresindeki insanların daha çok kitap okumasının bu iletişimin daha yararlı bir şekilde oluşmasını etkileyip etkilemeyeceği konusundaki görüşlerini sorduk. Aldığımız yanıt böyle bir uygulamanın mümkün olmadığı, insanların aşırı kitap okumayı bırakmasının işleri daha kolay halledeceği yönünde oldu. Kendisine fikirlerini bizimle paylaştığı için teşekkür edip, bir de çayını içip kalktık.

    Geçenlerde dinozor bölüm hocaları yüzünden beğendiğim yazarlardan artık nefret etmeye başladığımı farkettim. 2012 eğitim ve öğretim yılının benden götürdüğü şeylerden biri de Charles Dickens'tır mesela. Şahsın kitaplarına göz ucuyla bakmak bir yana dursun, ismini gugıldan aratmak bile benim için artık dayanılası bir aktivite değil. Gerçekten insanların okul hayatları boyunca sık sık gözlerine sokulan ve kulaklarına işlenen şeylerden tiksinmeleri çok normal. Bu tıpkı bir paket sigarayı 1 saatte bitirmek, klozette uyanmana sebep olacak kadar alkol tüketmek ya da tüm gün televizyonda Salih Güney filmleri görmek gibi bir şey. Evet, mavi gözlü bir incubus tiplemesiyle yeşilçam boyunca idare etmiş olabilirsin ama aileden biri de olma bu saatten sonra. Tek umudum 4 senelik eğitim öğretim hayatını olabilecek minimum zararla kapatmak. Shakespeare ve Dickens'ı gözden çıkardım, İrlandalı'lardan birkaçını kurtarsam kafi. İngiltere Tarihi sınav çalışmalarını bile The Kinks eşliğinde eğlenceli hale getirebilen ben, aynı başarıyı edebiyat alanında gösterememe kaygısı taşıyorum.





    Geçenlerde bir şey daha düşündüm ne kadar ilginçtir ki, bundan yaklaşık 1-1,5 sene önce benim kadar olmasa da zeki ve enteresan bir arkadaşla uzun bir aradan sonra bir araya gelip bir barda oturup gelecekten, lisede yaptığımız geyiklerden ve planlardan, onun bir türlü ayrılamadığı kaçık sevgilisinden, benim bir türlü düzenli bir sevdicek ilişkisi kuramamamdan, onun bir türlü alkolü bırakamamasından, biradan ve sonra tekrar gelecekten konuşmuştuk. Kafamda anlatacak milyonlarca fikrin ve hikayenin olduğundan, ama bunları son 1 senedir hiçbir şekilde ifade edemediğimden ve en çok korktuğum şeyin asla bir şeyler üretememek olduğundan bahsettim bir ara. Sonra birer bira daha istedik ve akabinde karşımdaki arkadaşın verdiği cevabın beni bir şeyler üretememek fikrinden daha çok korkuttuğunu farkettim. Ona göre karakterim ve yapım zaten üretmeye değil, üretilen bir şeyi eleştirmeye müsaitti, bir işi değerlendirirken takındığım soğuk, bir nevi mesafeli tavır beni mükemmel bir eleştirmen yapıyordu. Kendisine hemen çenesini kapamasını ve birasını içmesini söyledim ve bu kehanet o günden sonra aklımdan pek de çıkmadı. İşin en kötü tarafı bu yargıyı o günden sonra birden fazla insandan daha duymuş olmamdı. Dünya üzerinde yapılan bir işi eleştirmek kadar saçma bir meslek olduğunu sanmıyorum. Yani saçma olan eleştirmek değil (eleştirmek alışkanlık haline getirilmediği sürece güzel bir çene çalma bahanesidir), saçma olan bu eleştiriyi milyonlarca insanın beynine işlemek ve hayatını bu işi yaparak kazanmak. Uzun süren kafa patlatmaların sonunda kendimi bu kehanetten, olası gelecekten kurtarmanın bir yolunu buldum. Eğer hayatım boyunca üretme özürlü olacaksam, yapacağım şey üretileni eleştirmek değil, onu düzeltmek, yayınlamak, basmak, çevirmek vb. işler olacaktı. Ve Sanılanın aksine, ben bu çözümün beni bir süre idare edebileceğini düşünüyorum, en azından umut ediyorum.

    Ama herşeyi bir kenara bırakacak olursak, son zamanlarda beni en çok mutlu eden, günlerimi sabah yapılan krep tadında güzelleştiren şey Mary Louise Parker'ın olaylı dönüşü ve artık Weeds'i yeniden Little Boxes jeneriğiyle izliyor oluşumdur. Bazen diziler tüm kötü şeyleri, 40 derece sıcaklığı, aralıksız öksürüğü, gün içinde gelen sıkıcılık hissini alıp götüren tek çözüm oluyorlar. Güne başlarken bir bölüm Treme, bir iki bölüm Weeds sıcağa çok iyi geliyor, ama birayla daha bir iyi gidiyor sanki.

25 Temmuz 2012 Çarşamba

değerli bir insana...

N.Ş.A. (Normal Şartlar Altındaki) bir ailede her bireyin birbirine karşı bir takım sorumlulukları vardır. Aynı zamanda her bireyin kendi yaşamına karşı da bir takım sorumlulukları vardır. Bu farklı yönlü iki sorumluluğun en çok çatıştığı dönem bireyin kendi geleceğinin temellerini pratik olarak atmaya başladığı dönemdir. Birey kendine göre belli bir mutluluk rotası belirler, bu rotaya göre planlar yapar. Ebeveyn de aynı şekilde çocuğu için kendine göre bir mutluluk rotası belirler ve bu rotaya göre planlar yapar. Birey bu kritik dönemin sonunda genellikle ebeveynin planlarına göre bir yol çizer. Bu, bireyin ebeveynin haklılığını kabul etmesinden kaynaklanan bir yönelnme değil, daha çok ebeveyninin mutluluğunu kendi mutluluğunun önüne koymaktan kaynaklanan bir yönelme olur. Birey (ebeveynin rotasının aksi yönünde) hayallerinin işiyle uğraşıp, hayallerinin kentinde yaşasa bile herşey tam olmaz; yarım yamalak, eksik kalan bir şeyler vardır, birilerini memnun etmemiştir, birilerine yetememiştir. Ebeveynin desteğini hissetmeyen, mutluluğuna ortak olunmadığını bilen bir bireyin ulaştığı hedef kursağında kalır. Böylece, başkalarının memnuniyetsizliği altında ezildiğinden (ki bu çoğu zaman direkt olarak ebeveyn bile olmaz, içinde yaşadığı toplumun memnuniyetsizliğinin ebeveynin zihniyetine yansımasıdır) ve hayatta belki de en çok ihtiyaç duyduğu destek kaynağını kaybetmek istemediğinden milyonlarca insan hayatlarının en önemli dönemlerinde kendilerine ihanet ederler ve hayatlarının geri kalan kısmını kursaklarında kalan zevk ve mutluluk kırıntılarıyla geçirirler. 21. yüzyılın bu standart, rekabetçi ve kotalı yaşam anlayışı yüzünden dünya milyonlarca mutsuz ve memnuniyetsiz insan tarafından işgal ediliyor. Bu insanlar çoğalmaya devam ediyor okuyucu ve sırf insanlar kendilerinden ve birbirlerinden memnun olamadıkları için dünya gittikçe tehlikeli bir yer haline geliyor.