Son zamanlarda eski bir alışkanlığa geri döndüm blogger. Süt içmeye başladım. Günde iki kupa (kupa dediysem 3 su bardağı süt kapsayan cinslerinden yess). Sabah kahvaltısında ve gece Moonlight izlerken. Akşam 10da içilen sade kahve adamı 4e, 5e kadar ayakta tuttuyor. Sabah erken kalkmak istesem de en erken öğleden sonra 1 suları gözümü açtığım için evet akşam içilen kahveden 2-3 saat sonra dikiyorum o sütü. Ha bir yararı oluyor mu diye sorarsan, hayır derim. Yine yatağa girip ninni niyetine Tom Waits hırıltıları dinliyorum, Rain Dogs albümü bitmeye yakın sızıp kalıyorum.
1 ay sonra dershaneler açılacağı için soğuk duş etkisi yaratmasın diye yavaştan ders çalışmaya başladım, erken kalkmak icap ediyor haliyle. Matematiğidir, fen'idir vs gidiyor bir şekilde ama ingilizce çalışmam konusundaki çelişkiler çevremde hala sürüyor. Kimileri "yds bu, oturup test çözeceksin ingilizceden, öyle sabahtan akşama kadar film izlemeyle olmaz bu iş" diyor. Bense hala "How I Met Your Mother ingilizce altyazıyla izlenirse Boğaziçi garantidir hocam" mantığının arkasındayım. O "kimileri" doğru söylüyor ama. Yds hazırlığı yapan bir öğrenciden ingilizce konuşmasını, yazmasını beklemek ayıp olur. O adam bozmuştur kafayı perfect tense lerin formülleriyle (evet okullarda formülle öğretiyorlar ingilizceyi), en çok sorulan phrasal verb lerle vs (Bu noktada 8-12 yaş arası şımarıklığımı ortaya çıkarıp "Çocukluğumdan beri Janis Joplin, Pink Floyd şarkıları söyleyip çeviriyorum, sen karşıma beş şık koyuyorsun, yabancı dil beş şıklı mı konuşulur beybi?" diye sorarım ama adi yds en az 95 net ister, David Gilmour Amca'nın da beş şık konusunda pek bir yardımı olmaz)... Neyse sevgili blog sayfam temmuz ayında sınav sistemi çemkirmeleriyle dolmasın, dönem başlasın bol bol söveriz..
*
Aslında değinmek istediğim konu köpekler. Yapmışımdır belki bu muhabbetin aynısını eski yazılarda ama yazı geçer gider, bu köpekler evin dibinde havlamaya devam eder. Hani seveni vardır ona birşey diyemem ama ben nefret ediyorum o hayvanlardan. Ne zaman yürüyüşe çıksam tasmalarıyla orda burda dolaşan ve gördükleri anda suratıma suratıma bağıran köpeklerle karşılaşıyorum. Kedi insanı, köpek insanı diye bir ayrım yapılır ya, öyle birşey varsa kesinlikle kedi insanıyımdır ben. Kedi karizmatik bir hayvan bence. Her gördüğüne bağırmıyor. Çekiliyor köşesine, "kuul" bir havayla kesiyor gelen geçeni ancak. Sevdiğim köpekler de yok değil. Bazı arkadaşlarımın kendi halinde takılan, sakin köpekleri var, seviyorum onları. Car car bağırmıyor yanından geçtiğinde. Cinsine, o'suna bu'suna göre de ayrım yapmıyorum hepsinden çıkıyor uyuzu, sakini ama o süs köpekleri yok mu.. Hareket eden birşey gördüğü anda otomatiğe bağlayıp rahat 1-2 saat durmadan ciyaklayan başka bir canlı bilmiyorum ben. Kabus gibiler ve heryerdeler. Yaşadığımız mahalle ve çevresi genelde bahçeli evlerden oluştuğu için ipini koparan kulübeyi bahçeye dikip kendine bir köpek ediniyor. O koca koca dobermanlara falan alıştım tamam da (hayır her geçtiğimizde "merhaba cici doberman bugün nasılsın?" tarzı bir alışma değil bu.. Geçmiyorum o evlerin yanından, en fazla o kadar alışabiliyorum), o süs köpeklerinin nereden çıkacağı belli olmuyor. Sahiplerini hiç anlamıyorum. Hadi hırsızlık olayları falan sık sık oluyor diye aldın bir doberman ama süs köpeği lan! Evine girecek hırsız ancak benim kafadan bir eleman olmalı ki o ciyaklamayı duyduğu anda gidip kendi teslim olacak. Hiç sevmiyorum köpekleri, süs köpeklerine istisna bile yapmıyorum. Ki paspasa benzeyen görüntüsü yüzünden birinin üstüne yanlışlıkla basmışlığım bile vardır, o gün de ciyaklamıştı durmadan. Çok güzel kedi- köpek ayrımı yapıyorum biliyorum ama kedi hakikaten başka birşey. Turşu'nun alerjik bünyesi kurban olsun size.
21 Temmuz 2009 Salı
Etiketler:
alttan alttan sivri dilli,
aynı malı deme corc,
Kemik Torbası
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
4 baloncuk:
bizim kediyi (nuri) yollayalım size :D
bu arada aslında tavsiye ettiğin filmlerden die welle yi izlediğimi belirtmekti amacım ama baktım yeni yazı var, o halde buraya sıkıştırayım dedim. film konu ve konsept güzel ama o almanlara özgü yapmacılık mı desem ne desem, bişeyler var bu almanlarda sanki :) ama güzel filmdi. sevdim ve eğlendim ben. tenkyuğ
cem bey evde iki tane astımlı insan evladı olmasa nuri yi de isterim, sokaktakileri de isterim ah ah..
die welle ye gelince, almanlardan mıdır nedir bilemicem ama filmde beni huzursuz eden şey çok yüzeysel işlenmiş olmasıydı. hani süreyi biraz daha uzatıp anlatılmak istenenleri daha ayrıntılı ve başarılı bir şekilde anlatabilirlermiş ama yine de hoş olmuş izlenilebilir olmuş, tebrik ettim ben de kendilerini.
Moonlight'ın, elemanın kendi kendine röportaj yaparak başladığı ilk bölümünü izlemiştim. O röportajdı ilgimi çeken. Bi' de eleman çok karizma Allah için. Ama o kadar, sonrası çok CSI, NCIS falan gibi geldi. Üzüldüm valla.
Süt iç, iyidir. Şimdiki aklım olsa küçüklükten deli gibi süt içerdim. Kick-box'ta bileği sakatladım gene.
İngilizce konusunda maalesef testi geçene kadar ayıya dayı diyeceksin. Yoksa senin yöntemin daha geçerli. Kulak aşinalığıyla kazanılır iyi dil gelişimi. Kalıpları, altyazıyla desteklenmiş diyaloglarla daha rahat ve sağlam öğrenirsin falan filan. Sınavı geçene kadar çalış, sonra "FUCK YOU" diye çemkirip işine bak derim.
geçmiş olsun sana da canselmo ve evet, sınavdan çıkınca söyleyeceğim ilk şey budur "fuck you" , kesinlikle...
Yorum Gönder