27 Haziran 2008 Cuma
A Bucket List For Turşu
21 Haziran 2008 Cumartesi
20 Haziran 2008 Cuma
Güzel Gün Yazısı
Görüldüğü gibi gayet sessiz sakin, börtü, böcek, ağaç vs vs bir ortam. Böyle bir manzara karşısında Amelie ost dinleyip bloga yazı karalamak ne kadar güzel bir duygudur tahmin edin.
-Yazın ortasında bot mu giyilir???
Diye soran ve her seferinde " Bu şehirde bana göre ayakkabı yok hatun!" cevabını alan annem daha fazla dayanamamış olsa gerek botlarımı bodruma atmış. Botlarını bulamayan bendeniz eline fotoğraf makinesini alıp bu utancı belgelemek üzere bodruma doğru inmeye başladı.
Küçüklüğümden beri şu evde en çok korktuğum ama yıllar geçtikçe evdeki favori mekanım olan bodrumumuzun kirli merdivenlerinden aşağı inerken o "havasız havayı" da bir güzel astımlı ciğerlerime çektim. Esrarengiz pencereler, gıcırdayan kapılar, isli duvarlar... Gel burda The Exorcist serisi yap. Merdivenden yuvarlanan Garez hatunları, pencereden sarkan sümüğümsü yaratıklar, dolaptan fırlayan sarı saçlı kız çocukları...
Botlarımı beyaz kağıtlarla kaplı, saman yapraklı kitapların bulunduğu dolaptan çıkarıyorum ve ayakkabılığa tekrar götürüyorum. Biryanda yırtık pırtık duran siyah converselerime bakıyorum, sonra "bi ayakkabı bulunsun bari lan" diye aldığım o renkli çizgileri olan, beyaz bağcıklı papuçlara bakıyorum. Zaten orjinal ayakkabılara karşı hissizliği olan bir insan olaraktan, aldığım ayakkabıyı giymemek o kadar da içimi acıtmıyor. Eğer 150-200 milyon saysaydım mağazadan çıkınca o basamaklara çömelir ağlardım. Üzerinde etiket olsa da olmasa da ayakkabı yırtılır, kirlenir. Eğer mağazalarda etiketine ayılıp bayılıp aldığımız ayakkabıların kendi kendini onarma ya da orasından burasından sabunlu bez çıkartıp kendini temizleme gibi işlevleri varsa gidip alıcam bak söz! Markaya karşı mıyım? Tabiki de hayır. Markalı kıyafetlere bir sözüm yok, arada gider alırım (baba parası olunca kolay tabii) ama ayağa giyilen o şeylerin o kadar tuzlu olması -baba parası da olsa- dokunuyor. Ve tabi işin bir de zevk meselesi var ki o daha fena. Siyah converse dışında hiçbir ayakkabının insanın ilgisini çekmemesi çok kötü bişey. Ya da bu şehirdeki çeşit azlığı, bilemicem. Converse in suyu çıksa da zararı yok, iyidir. Ama bot takıntısı çok farklı birşey azizim. Tavsiye etsem mi etmesem mi bilmiyorum... Kaç yıllıklar tam olarak bir bilgim yok. İlk defa bodrumda görmüştüm. Kimse giymemiş atmışlar bir kenera. O zamanlar da çizme sıkıntısına girmiştim. Kış ayı olmasına rağmen dapdar olması insanı bunaltıyordu. Bu kahverengi şeyleri ayağıma giydiğimde öyle garip bir rahatlık hissettim ki... İçi sıcacık, sıkıcı bir darlığı yok. Kış ayı gayet rahat geçti yani. Ama bugün şunu farkettim ki yazın bot gerçekten sıkar. Bir rahatsızlık var, böyle bunaltıcı, sıkıcı... Sanki antalya sıcağında pencereleri olmayan bir arabaya 3-5 kişi binmiş gibi. Botları bodruma geri mi götürsem yahu?
*Bizim komşu kızları harbi keş. 5 yaşındaki çocuk kapıyı çalıp "annemin antibiyotiği bitmiiiiş, Ummahan teyze antibiyotik vericekmiiişşş." diye kafamı skince annemi çağırıyorum. Hatunun tepki => "Bak geçen gün de böyle dedin, sordum annene öyle birşey istememiş. Eczane miyim ben?" Küçük çocuğun tepki => "bak bu sefer yalan söylemiyom ben antibiyotik bitmiiişş" O antibiyotikleri alıp napıyo lan bu kız?
* Bitter çikolatayla antep fıstığını birleştiren insan üstü varlığı kutluyorum hatta kutsuyorum! Hayallerimin icadı. Teşekkürler ETİ teşekkürler! :p
*Monarch'ın bitmesine sadece 4-5 fincanlık kaldı. Sonra classic almaya başlıcam...
*Zeitgeist izleyin blog ahalisi. Önce hristiyanlığı kanıtlarla çökertip sonra 11 eylül saldırılarının iç yüzünü açığa çıkartıyorlar son olarak da merkez bankasından çıkıp gelecekte insanları bekleyen ilginç teoriler öne sürüyorlar. Güzel bir belgesel. Amerika'da yasaklanmış ama offical siteden ücretsiz indirilir...
12 Haziran 2008 Perşembe
Aynı Malı Deme Corç
What if...?
11 Haziran 2008 Çarşamba
Fix You
And the tears come streaming down your face
Lights will guide you home
And high up above or down below
Lights will guide you home
Tears stream, down on your face
Tears stream, down on your face
Lights will guide you home
9 Haziran 2008 Pazartesi
Gülme Komşuna Annen Spora Gönderir
-Somurttun, bağırdın, çağırdın da ne oldu? Spor diyo hatun hııı hııı??
-Ya aslında hani eğlence amaçlı, koşu bandıdır vesairedir, hani vakit geçirme şeysi? Müzük de dinleriz konuşup kafa patlatan da olmaz???
-Sie lan! Bizim anlayışımız bu olamaz! Bu olmamalı! Biz spora karşıyız olum, spor da bize karşı hanii?
-Öyle de ne biliyim boş boş oturmaktan iyidir gibi sankim?
-Otur kitap oku eşşeğen sıpası! Karpuz büyüt ne diyim git bira göbeği yap...
Nerden gelir bu spor karşıtlığı? Küçüklükten beri kıçı kaldırma üşengeci bir insan olmanın altında yatan sebep ne? Millet kaydıraktan kaydırağa kayıp dururken, salıncağın birine oturup dondurma yalamak niye? Beden eğitimi derslerinde soyunma odasındaki kanepeye uzanıp zıbaran bir insan olarak sorunumun kaynağı tamamen "tembellik" diyebilirim. Seviyorum bu t ile başlayan kelimeyi evet evet =)
7 Haziran 2008 Cumartesi
Into The Wild
Favorilerime girmiş bir film. Yaklaşık yarım saat önce izledim. Ama film aynı Easy Rider gibi; hergün sahne sahne izlenebilir tarafımdan. Hergün bir sahne ve gece boyunca düşünmek... Emile Hirsch'e tekrar hayranlık duydum. İmparatorlar Klübü'nü pek sevmemiştim. Ama The Dangerous Lives Of Altar Boys'da kendine aşık etmişti pek sevgili Hirsch. Filmi ilk açtığımda bu çocuğun bu kadar büyümüş olmasına baya şaşırdım ama.
Filmin beni en çok etkileyen yönü ise o güzelim sahnelerde duyduğumuz Eddie Vedder'ın kirli, bir o kadar da filmle uyumlu güzel sesi.
"Gerçek mutluluk paylaşılarak yaşanır." cümlesinden sonra Hirsch'in gözünden dökülen yaşlar beni de feci duygulandırdı be Muntaz :( Yanımda kuzen olmasa bir iki damla da ben dökebilirdim, o derece...
Filmle ilgili ayrıntılı bir eleştiri yapamıyorum çünkü aklıma birşey gelmiyor. Ama insana bazen "güzel yermiş lan burası" dedirtecek bir film. Üniversite diplomasını aldıktan sonra tüm kimlikleri, kredi kartlarını, paralarını yakıp Vedder eşliğinde güzel bir yolculuk. Güzel olduğu kadar zor da. Sonunda orada tek başına öleceğini tabi ki hepimiz tahmin edebiliyorduk ama son olarak yazdığı not çok içimi acıttı yahu. Ölüyorsun ama yaşamak istediğin herşeyi yaşamışsın. "Güzel bir hayat yaşadım". Alaska'ya gitmek hariç. Belki bu yüzden yüzünde bir gülümseme ve gözleri açık öldü.
5 Haziran 2008 Perşembe
Bu Saatte Uyunur mu Yazısı
Azizim demişken şuan televizyonda Şehrin Azizleri başlamış. Sevimli bir arkadaştan aldım haberi.
Smoky Bonnie:
-Şehrin Azizleri başladıııı!
There's No One Home Tonight:
-Ben o filmi hayatım boyunca hiç tam olarak izlemedim nedense. Her seferinde ya uykum geldi yattım yada başka bi işim çıktı :s
Smoky Bonnie:
-Benim de. Ama herifler taş *,*
Placebo mp3lerimin hepsi garip birşekilde ortadan kayboldu. Yeni farkediyorum ama bu akşam placebo dinlemezsem gece rüyama girer uyuyamam =/ Alınan Dosyalarımdan slacker bitch çıktı, bir de Timo Maas klasöründen first day düeti. Bir Where is my mind yorumu bile bulamadım yani =( Daha 1 saat önce Fight Club izledim ordan etkilenmiş olsam gerek... Neyse ortası limonlu müzük indirme programını açıyorum üşenmeden -ki çok bekletir, bilgisayar başında uyur kalırsın. Abi şahsı ve sevgili bilgisayarı geleseye kadar birkaç şarkı indirsem kafi. Aklıma ilk gelenler şu şekilde ki; Blue American (olmazsa olmaz), Blind, Space Monkey, Twenty Years, Follow The Cops Back Home, Every You Every Me, Special K, Song To Say Goodbye... Sanki birkaç şarkıyı atlamışım gibi hissediyorum, böyle başka birşey daha indirilmesi gerekiyormuş gibi ama hadi bakalım (Kesin "kafana zıçıyim Turşu" diye sabaha karşı yataktan kalkıp, bilgisayarı açıp, hatırladığım şarkıyı indiricem).
Kahvenin son yudumları soğuk olduğu için hemen diktim, yavaş yavaş içersem kusarım belki. Yazıyı günün fotoğrafıyla bitirmek istiyorum. Bugün deviantart cıkları gezinirken gördüm, çarpıldım. Mutluluğun fotoğrafları part 2 =( Böyle birşey sevilmez de ne yapılır. Avuç içi kadar, yenir bu :muntaz:
3 Haziran 2008 Salı
3 Haziran- Vatan Haini
Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet.
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Bir Ankara gazetesinde çıktı bunlar, üç sütun üstüne, kapkara haykıran puntolarla,
bir Ankara gazetesinde, fotoğrafı yanında Amiral Vilyamson'un
66 santimetre karede gülüyor, ağzı kulaklarında, Amerikan amirali
Amerika, bütçemize 120 milyon lira hibe etti, 120 milyon lira.
"Amerikan emperyalizminin yarı sömürgesiyiz, dedi Hikmet
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ."
Evet, vatan hainiyim, siz vatanperverseniz, siz yurtseverseniz,
ben yurt hainiyim, ben vatan hainiyim.
Vatan çiftliklerinizse,
kasalarınızın ve çek defterlerinizin içindekilerse vatan,
vatan, şose boylarında gebermekse açlıktan,
vatan, soğukta it gibi titremek ve sıtmadan kıvranmaksa yazın,
fabrikalarınızda al kanımızı içmekse vatan,
vatan tırnaklarıysa ağalarınızın,
vatan, mızraklı ilmühalse,
vatan, polis copuysa, ödeneklerinizse, maaşlarınızsa vatan,
vatan, Amerikan üsleri, Amerikan bombası, Amerikan donanması topuysa,
vatan, kurtulmamaksa kokmuş karanlığımızdan,
ben vatan hainiyim.
Yazın üç sütun üstüne kapkara haykıran puntolarla :
Nâzım Hikmet vatan hainliğine devam ediyor hâlâ.