Annemle son üç yıldır abimin odasını resim atölyesi olarak kulandığımız için sorun olmuyordu. Ama abimin 1-2 haftalığına gelmesi tüm ekipmanları benim odama taşımamıza sebep oldu. Abim geldi gitti ama yağlı boya ıvır zıvırları benim odamda kaldı. Kendime özgü bir alanda fırça sallamak da benim işime geldi tabi. Dün aldığım 50-50 lik tuvali gelir gelmez gri tonlarında bir karışımla baştan aşağı boyadım. yukarı gittikçe ton biraz daha açılıyor. Tuvaldeki birkaç karakter kafamda belirmeye başladı ama düşünmek için zamanım var. Boyanın kurumasını bekliyorum. Çizimlerin güzel olup olmaması gerçekten umrumda değil. Ki "doğuştan gelen mükemmel bir yeteneğim var benim nihahaha" şeklinde bir tutum da sergiliyor değilim. O fırçaları gergin beze değdirdikçe oluşan şeyleri seviyorum ben. E tabi tinerin o nahoş kokusunu da görmezden gelemeyiz. Görenler beğenmezse de söyleyeceğim şeyler gayet belli. Andy Warhol tarzı gözlükler, kısık ve sisli bir ses tonu... Öhöm öhöm; "Açıkçası resimlerim bir nevi benim bilinçaltım, içgüdülerim, idim... Belki de... Belki de size sizi sunduğum için beğenmiyor, kabullenmek istemiyorsunuz. Bir dahaki çalışmamda vurgulamak istediğim toplumsal gerçek ise...."
Entellektüelliğin gözünü seveyim.
Geçenlerde aralıksız film seanslarından birindeydim kuzenimle. akşam 8 gibi başlayan seans sabaha karşı 4 gibi son buluyor. Bir film geçti elimize. Jack Nicholson ve Morgan Freeman i görünce (hem de en yaşlısından) çok düşünmeden aldık izlemeye başladık. Filmin adı The Bucket List. Çevirisi "Şimdi Ya da Asla" diye geçiyor ama orjinali daha karizma. Film iki kanser hastası yaşlının (biri hastanenin sahibi,ukala, huysuz vs. diğeri çok okumuş ama tamirci olmak zorunda kalmış bir tip) aynı hastane odasını paylaşması ve yaklaşık 1 yıl sonra öleceklerini öğrenmeleri üzerine bir "öbür dünya listesi" hazırlayıp, hayatları boyunca yapmak isteyip yapamadıkları şeyleri hayata geçirmelerini anlatıyor. (Trailer için http://www.apple.com/...rs/wb/thebucketlist/trailer1/) Film bitince nasıl bir gaza gelmeyse artık, üzerinde düşünmeye başladım. Ölmeden önce yapılacaklar listesi...Beni yakından tanıyanların genel olarak bildiği şeyler zaten bir tutku kıvamına geldiği için onları hemen ekleyelim diyorum:
*Bir minibüs tipi karavan alıp içine bu fikri yaklaşık 2 yıldır konuşup, planladığım tipleri ( Mimi, Nikki, Smoky Bonnie, Arı Maya) doldurup hippi modunda belirlenen yerlere gitmek . Mümkünse önce Kaliforniya. (Tabi bu madde içlerindeki en uçuk ve en zor olanı.)
*Fransızca öğrenmek. (Çok pis taktım azizim öyle böyle değil)
*Çatı katında şehir manzaralı bir daire. Kız kurularıyla oturup leblebi + bira yapmak içinde bir balkon.
*Çocuk sahibi olmak. Doğurmam gerekmiyor illa ama doğum sancısı denilen meretin nasıl birşey olduğunu da gerçekten merak ediyorum.
*Irak, Filistin veya Bağdat gibi biryer görmek. Bilmiyorum ne derece mümkün ama nasıl olduğunu görmem gerek diye düşünüyorum.
*Bir ya da iki aylığına teknolojiden uzak bir hayat yaşamak. Özellikle telefondan uzak.
*48 saat boyunca gözümü bile kırpmadan, aralıksız, hayatım boyunca izlediğim, izlemem gereken tüm fransız drama ve aşk filmlerini izlemek. (Çok sıradan ama garip bir istek)
*Saçımı belime kadar uzatıp, gökkuşağı gibi rengarenk boyamak ehehehhe 8)
Bir dahaki sefere aklıma geldikçe not alıcam, unutuyorum yahu. Neyse şimdilik bu kadar...
2 baloncuk:
İlki en uçuğu ama en keyiflisi olur sanırım. Irak, Filistin falan önemli bir tecrübe olur hakikaten. (Hatta ben okulumu bitirmezsem Irak falan göreceğim, Kuzey'ini ama olsun..) Teknolojiyi hiç sorma, o apayrı bi' yazı konusu. Film çok severim ama aralıksız, 48 saat boyunca nasıl o filmleri izleyeceksin çok merak ediyorum.
Öyle..
"I don't want to bring another kid into this world. But how do you argue against loving one that's already here?" demiş David amca.
Karavan işi olur bence ama kaliforniya hiir wi kaaam diyemeyiz bence, belki daha ilerde, neden olmasındır, dimi yaa!
Yorum Gönder