Pages

1 Temmuz 2008 Salı

Dün otobüs durağında oyalanırken yıllardır oralarda dolanan bir deli yanıma geldi. "Merhaba" deyip elimi sıktı. Sürekli sırıtıyordu arkadaş. Elinde bir müzik cd si, pantolonunun kenarında bir telefon, kafasında bir şapka gelen geçenin hatrını soruyordu. Kuzenimle yanımıza geldiğinde baya muhabbet ettik. Durmadan "nasılsınız?" diye soruyor, bizde "süper süper" diye cevap verip sırıtıyorduk. Karnemizin olup olmadığını bile sordu. Sonra başka insanların yanına gidip aynı muhabbeti yapıyordu. Tabi insanlar korkup kaçmazsa..."Deli" kelimesine eski yazılarımda değindim mi hiç hatırlamıyorum ama bir deliyi dinlemek bazen çok eğlenceli olabiliyor. Sanırım Erasmus okuduğum sıralarda bahsetmiştim bu konudan. Bizim hoşumuza giden ve bizi şaşırtan şeyse "10 dakika öncesinde yoldan geçen ve hapşuran herhangi bir insana "çok yaşa" demenin verdiği rahatlık" hakkında yaptığımız sohbetti. Söylenmediği zaman insanın içine oturan birşey bu hakikaten. Aynı pişmanlık yüzünü hatırladığınız birini tanımamazlıktan gelip yolunuza devam ettiğinizde de ortaya çıkar. Önce çaktırmadan bakarsınız nerden hatırlıyorum diye. Sonra çekip gidersiniz ama eve gelince birden hatırlarsınız kim olduğunu ve "keşke yoldan çevirip selam verseydim" dediğiniz olur. Amélie'nin Dominic Protodo ya yardım etmesinden sonra tüm dünyanın garip bir şekilde son derece uyumlu olduğunu düşündüğünde duyduğu hazzı duymak. Ya da kör dilenciyi karşıdan karşıya geçirdikten sonra göremediği şeyler için ona "göz" olması.

Bu sadece bir film biliyorum ama insan bazen böyle hissedebiliyor. Tüm evrenin garip bir dengede olduğunu düşünüyor. Ama bazen de deliden korkup uzaklaşan ya da "çok yaşayın" cümlesinden sonra suratınıza garipseyen bakışlarla bakanlar insanı bu düşüncelerden tamamen uzaklaştırabiliyor...

0 baloncuk: