Pages

19 Temmuz 2008 Cumartesi

Ortaya Karışık- Death At The Dinner

Turşu'nun evinde sıradan bir akşam yemeği...
Aile fertlerinin yüzlerini adam akıllı görebildikleri ender aktivitelerden biri. Bu yüzden her üye karnı tıka basa dolu bile olsa o masaya oturur. Bir diğer aktivite ise her akşam balkonda yapılan meyve faslıdır ama onun muhabbeti bir başka blog yazısıdır.

Akşam yemeklerimizde yapılan muhabbetleri bir teybe alıp gelecek nesillere örnek olsun diye dinletmek lazımdır. Zira iş yerinde, okulda, evde, sokakta geçen günlerinizin kısa bir özeti geçilip asıl muhabbetlere dalmak için öyle can atarsınız ki, yemek masasında yemeği ikinci plana atarsınız. Perşembe akşamının konusu babam ölünce yapılacak işler. Ama öyle ciddi değiliz merak etmeyin. Babam konuşmaya, Nazım Hikmet'in ölünce mezarının başına bir çam ağacı dikilmesiyle alakalı bir şiirle başladı. Önce çam ağacı istedi, sonra "ayda yılda bir defa 'rahmetli severdi' diye bir şişe rakı dökün toprağıma başka birşey istemem." muhabbeti...
...
Bloglara da yansımış olarak şu sıralar öss muhabbeti heryerde. Hatta ben şuanda buraya yazı yazarken içerideki odada dayımlar, annemler, teyzemler toplanmış bizim kuzenin öss seçimleriyle uğraşıyorlar.. Yıllardır tıp tıp tıp tıp diye bölümü kafasına yerleştirmiş hatun, şimdi ODTÜ gıda mühendisliği istiyor. Babası, annesi burda, yanımızda okusun tıp, dişçilik diye kıvranıyor, ellerinde hesap makineleri, taban puanlar, tavan puanlar vs vs sapıtmışlar. Dayılar, teyzeler iki tarafı uzlaştırmak için uğraşıyor, biryandan da gıda mühendisliğine destek veriyor. Bizim hatun da sadece izliyor :D "Ulan siz mi çalıştınız bukadar sene, şimdi istemediğim yerde okutmaya çalışıyosunuz!" diyor. Sikleyen yok... Burda oturmuş bu yazıyı yazarken "cık cık cık yazık insan hayatına vah vah vah..." demeden edemiyorum. "Gelin hepimiz arabalarımızı satıp bir karavan alalım, o sahil senin bu sahil benim gezelim" demek istiyorum. Ama dötüm yemiyor. 200 yıl yaşarsın azizim! valla bak!! Yaşlanmak bize göre değil diyorsan Steel Dragon'dan alıntı yapmak isterim sana ey blogcu!

Risk my soul, test my life
For my bread
Spend my time lost in space
Am I dead?
Let the river flow
Through my callused hands
And take me from my own
The eyes of the damned

It makes my stomach turn
And it tears my flesh from the bone
How we turn a dream to stone

And we all die young
Yeah we all die young

Tell me I know
I lived so afraid
And still we cry alone
With words left unsaid

Yeh it makes my stomach turn
And it tears my flesh from bone to bone
How we turn a dream to stone

And we all die young...

Mehmet Öz mod 200 yıl ot bok yiyerek torun bakacağımıza ya yaşlanmadan genç ölürüz, ya da hep genç kalanlardan oluruz. Hani şu barışarock vb festivallerde karşımıza çıkan tontoş ihtiyarlardan; uzun saçlı, yüzünde gülücük, elinde bira, kültür sanat fuarlarında görülen cinslerden. Ama içeride bu hararetli muhabbetler dönerken böyle bir fikirle kapıyı çalsam artık sonum ne olur tahmin et! Benim öss muhabbetim bukadar, gerisi çok karışık, insan kafayı kırar.

Konudan konuya atlamak istiyorum sayın blogcu! Birsürü şey yazasım var ama zaman kısıtlı. 1-2 saat sonra bana ev yolu görünüyor. Evde de emektar hurda "gel babanaaaa" diye beni çağırıyor. Neyse keyfimizi bozmayalım.

Milliyetçilik aşılayan film ve kitaplara değinmek istiyorum. Hani sinema salonundan çıkarken (sinemasına gidersin ya hani türk sineması kazansın, bari bunu korsan almayalım muntazam mantığı) "Vay be abi! Harbi irkildim, bak şu tüylere tiken tiken oldu yemin ossun!" dersin biraz daha inandırmak için kollarını yanındakinin gözüne sokarsın, sanki yüzeydeki kalkan tüy kıl ne kadar diye sayacak! Veya Kurtuluş Savaşı hikayeleri vs anlatan kitap bittiğinde "Abi çok etkisinde kaldım bildiğin gibi değil, şoklardayım şuan!" tepkisi verirsin... Yahu bunlar bende niye olmuyor? Hayır ruhsuz biri hiç değilim, inan bana gayet de içim dışım ruh, enerji neyn taşıyor. Ama nasıl bir işse hiçbir filmden böyle çıkmadım. Ya da hiçbir kitabı bu şekilde bitirmedim. Daha doğrusu madem dipteyim biraz daha batmaktan zarar ziyan olmaz; Ben o kitapları bitiremedim, sen ne diyorsun! 100-150 sayfa sonra bir kenara atıp "Abi yok ben birşey hissedemiyorum de get, aç şurdan Komedi Dükkanı'nı gülelim ya! Harbi korkmaya başlayacağım böyle giderse." diyerekten uzaklaşıyorum ortamdan. Tarihini okuyan biriyim, ne olmuş ne olmamış tarihsel ansiklopedi vs aracılığıyla az çok öğrenmişliğim var. Ama ben o filmleri izlerken duygulanmıyorum. Çünkü o filmlerden çıkan, o kitapları bitiren insanların genelinin bende bıraktığı izlenim hiç de samimi değil. O anlık yaşıyorlar, coşuyorlar, naralar atıyorlar. Bakıyorsun, ertesi güne birşey kalmamış. "Ben miyim ulan ruhsuz?" diye kafamı kurcalarken sonunda kendimi haklı çıkarıyorum. Ne kadar haklıyım bilmiyorum ama itiraf ediyorum durum bu (öyle bir program vardı dimi lan? Millet çıkıp "itiraf ediyorum kuzenime verdim, itiraf ediyorum kahvesine tuzu bilerek attım" bla bla bla...)

Zeitgeist izledim yine. Offical sitesini başka bir yazıda vermiştim, burda da veriyorum, girin indirin ya da online izleyin. Pişman olmazsın harika bir belgesel.

Aslında bir blog yazısı daha oluşturmam lazım. Mimi'nin attığı mim (en güzel tesadüf) üzerinde durmak istiyorum ama maalesef zamanım yok. Uzun bir süre yazı yazamasam da yorumlarımla kapınızı tıklatacağım efenim. Şimdilik hoşçakalın.
Yarın yine aynı saatte ana haber bülteninde....

0 baloncuk: