Pages

20 Eylül 2008 Cumartesi

In Der Palästra

Keşke demeyi sevmeyen insanlar için yeni bir kelime bulmak isterdim hep. Son zamanlarda yaptığım hareketlerden, söylediğim sözlerden pişmanlık duyduğumu farkedip vazgeçtim. Duyulan his kendini yeterince iyi ifade ediyor diye düşünüp kelimelere dökmeyi anlamsızlaştırdım. Telepati yeteneğimin olmadığını varsayarak kelimeleştirmeyi denedim, çok süslü oldu. Karşımda soran gözlerle bakan yüze tek kelime etmeden ayrıldım gerçekliğinden. Belki bir iki saniye bekledim karşısında, düşüncelerimi okuması umuduyla, onun da benden pek bir farkı olmadığı gerçeğini gözardı ederek...

Kim olduğunu bildiğimi düşündüğüm insanların kim olduğumu bilmelerini istedim. Ağzımdan dökülmelerine izin verdiğim anda pişman olduğum "kelimeler" yüzünden pek umut aramadım da. Bunu farkettiğimde ise asıl "ben"leri çıkardım ortaya. Farkettiğim en güzel şeydi bu "ben"ler. Beynimin içindeki çantadan hangisini seçtiysem o oldum yerine, zamanına göre. Bunu her insanın hayatı boyunca yaptığını farketmem ise farkettiğim en kötü şeydi. Bana özel birşeyler olmalıydı ama çevreme baktığımda herkes özeldi, olağanüstü ve garipti. Olabildiğim kadar normal olmaya çalıştım. Ortaya yeni bir "ben" çıktı bu sefer. Öğrendiğim şeyse insanların, bunların farkında olmamalarıydı. Dürüst olduğunu söyleyip karşısındakini ikiyüzlülükle suçlayanlardı. Karşılarına geçip "Sadece iki tane mi?" diye dalga geçmek istedim ama bana özel olmalıydı. İçimden kıkırdarken birilerinin daha içlerinden güldüğünü farkettim. Telepatiyi abartmaya gerek yoktu. Kimisiyle konuşmadan paylaştım birçok şeyi. Bir şarkıyı dinlerken, bir resme bakarken hissedilebilir şeylerdi. Ama insandık biz. Konuşmak, yazmak, gülmek zorundaydık. Cümlelerini tamamladığım insanların cümlelerimi tamamladıklarını gördüğümde, sanırım bu bile yeterli bir nedendi onları 80 yaşıma geldiğimde yanımda istemem için Mimi Wonka'nın nağmeleriyle. "Yüz yüze baktığımız kaç insana güveniyoruz ki?" diye sormuştu biri. Gün içinde küçük bir yer kaplayan küçük bir cümlenin bile bende bıraktığı etkiyi saatlerce anlatıp hafiflediğim, uzaklıkların, dünya içinde kapladıkları hacimlerin bir önemi olmadan birşeyleri paylaştığım ve yaşadığım insanlar bu soru için verebileceğim en güzel cevaptır sanırım. Tüm bu satırları bir çırpıda anlatan birkaç dakikalık şarkılarsa bu cevabımı destekleyen en güzel görgü tanıkları. Görgüden uzak insanlardık biz...

Lili
Take another walk out of your fake world.
Please put all the drugs out of your hand.
You'll see that you can breath without not back up.
Some much stuff you got to understand.
For every step in any walk, any town of any thought
I'll be your guide.
For every street of any scene, any place you've never been
I'll be your guide.
Lili
You know there's still a place for people like us.
The same blood runs in every hand.
You see it's not the wings that makes the angel
Just have to move the bats out of your head.
For every step in any walk, any town of any thought
I'll be your guide.
For every street of any scene, any place you've never been
I'll be your guide.
Lili
Easy as a kiss we'll find an answer.
Put all your fears back in the shade.
Don't become a ghost without no colour
'Cause you're the best paint life ever made.

Ama en kötüsü de beklentiydi. Zihnimde istediğim, hissettiğim gibi canlanmayan, anlatmak için ağızlarda sakız olmuş kelimeleri seçmemeye özenle dikkat ettiğim ama adını bir türlü koyamadığım "şeyler" düşündüm (Aşk, sevgi gibi şeylerden bahsetmiyorum, yazının akışına göre kafanda bunlar canlanabilir ama böyle konular değil). Bilinçsiz bir şekilde bunları benim gibi düşünmesini istediğim insanlardan "bilinçsiz beklentimin" karşılığını alamadım. Acınası bir durum değil inan. "Hayal kırıklığı" denildiği zaman genel olarak zihinlerde canlanan düşüncelerle; benim zihnimde, seninkinde, herhangi birinin zihninde canlananlar birbirini tutmak zorunda değil. Pişmanlık, ihtiyaç, ikiyüzlülük, güven, beklenti... "Kelimelerin yetmediği an" tabiri de böyle durumlar için değil midir? İşte tam böyle zamanlarda her insanın aslında birer koala olmasını isterdim. "Kelime" nin varlığını inkar edip düşüncelerimi olduğu gibi karşımdakine sunmak... Ama sonra "insan" olduğumuzu, bir insanın nasıl olduğunu hatırlayıp bundan da vazgeçtim.

Hep de kıskandım o doğaüstü güçleri olan, metafizikle ilgili insanları (Kıskançlık kelimesinin zihnimde uyandırdığı kalıba değinmeden). Neden bu kadar normal olduğumu sordum bugün yine. Sorduğum sorudan pişmanlık duymama sebep olan şizofrenik iç seslerim kimler olduğumu hatırlattı sonradan. Rahatladım. Kim değil, kimler olduğumu gözden geçirip içlerinden birini seçtim önümüzdeki uzun bir dönem için. Uzun kelimesinin zihninde yarattığı anlam ne kadar "uzun" olursa olsun, kendi zihnimdekini bile tahmin edemiyorum.

Evde yalnız kalmayı özlediğin anda çevrende onlarca insanın olduğunu bilmek... Yüksek sesle şarkı söyleme isteğine engel olamadığın bir an, birinin kapıyı açıp soran gözlerle bakmasına aldırmadan gülümseyerek devam etmek... Boş ve beyaz duvarlara çarparak fiziki acıyla dans etmek, kollarını serbest bırakıp ne kadar hafif olduğunu farketmek... Eline fırçayı aldığında aslında güzel resim yapabildiğini görmek... Bir William Blake okurken, romantizmin hergün görülen duvar yazılarından, sıralara kazınan basit cümlelerden, telefonlardan gönderilen kafiyeli aşk cümlelerinden ibaret olmadığını anlamak...

To see a world in a grain of sand,
And a heaven in a wild flower,
Hold infinity in the palm of your hand,
And eternity in an hour.


Küçük bir iyi geceler hediyesi; Sopor Aeternus- In Der Palästra

1 baloncuk:

Buzcevheri dedi ki...

Yazdığın son paragrafta kaybolmak, gerçekten hissetmek...