Yalan değil, oturdum yarım saat boyunca nereden başlayabilirim diye düşündüm. Başlığım pek şık oldu ama yıllarca "önce kompozisyonunuzu yazın, tamamladıktan sonra başlık atın" diye diye başımızın etini yiyen edebiyat öğretmenlerinin bu sefer sözünü dinlemeyerek, yazının; başlığın gölgesinde kalıp kalmayacağını hesaba katmadan saldırdım klavyeye. Belki bir kitaptan alıntı ve onun hakkında iki paragraflık afili bir yorum.. Yapmadığım şey değil, sanki kötü birşeymiş gibi gösterip sivri dilli bir cümle kurmak değildi amacım. Yine de o izlenimi veren bir cümle kurmuş olmam o şekilde düşündüğüm anlamına gelemz. Sık sık yalan söylediğim gerçeğini göz önünde bulundurursak (bunun da bir yalan olup olmadığı sorusu sonsuza kadar sürebilecek bir tartışmanın girişi niteliğindedir, zamanımızın olmadığından değil belki ama üşengeç insanlar olduğumuz yalanlanamaz bir gerçek.), bence affedilebilir bir yargı (olmaz öyle şey diyenler için bknz. Existential Angst -ve başlığın hakkını vermek :1) ...
*
Tabi ki yargıyı bir kenara bırakır, dikkatleri bugün derste yarım saat boyunca tuvalette kilitli kaldığım konusuna çekersem başlığımın hakkını tam anlamıyla verebilirim. İlk beş dakikamı kapıyı isteksizce tıklayarak geçirip, geri kalan zamanımı 10 yaşında kafama takılmış soruların cevaplarını arayarak, tuvaletin; insanın kendini güvende ve yalnız hissedip kafasını dinlediği, zihnini kurcalayan yüz bin milyon baloncuk düşüncelere rahatça odaklanabildiği ender mekanlardan biri olduğunu düşünerek ve bir de Frank Zappa 'yla aynı fikirde olmanın mutluluğunu yaşayarak geçirdim. Oldukça verimli bir yarım saat olduğunu söyleyebilirim.. (ve başlığın hakkını vermek:2)
*
"Bir zamanlar hayat verecek kadar yetenekli bir mucit varmış. Olağanüstü bir adam. Karısı ve çocukları olmadığı için onları laboratuvarında yapmaya karar vermiş. İşe karısıyla başlamış ve onu dünyanın en güzel prensesi olarak tasarlamış. Ne yazık ki kötü bir genetik perisi öyle bir büyü yapmış ki prenses üç karıştan fazla uzayamamış. Sonra kendi görüntüsünden altı çocuk klonlamış. Vefakar, çalışkan, o kadar benziyorlarmış ki kimse onları ayırt edemezmiş. Ama kader onu yine aldatmış, hepsine uyku hastalığı vermiş. Bir arkadaş özlemi içerisinde, akvaryumda bir beyin yetiştirmiş ama onun da migreni varmış. Ve nihayet en büyük şaheserini yaratmış. Dünyadaki en zeki adamdan daha zeki. Ama ne yazık ki mucit ciddi bir hata yapmış. Adam zekiymiş ama onun da bir kusuru varmış. Asla ve asla rüya görmezmiş. Öyle mutsuzmuş ki, ne kadar hızlı yaşlandığını bilemezsiniz. Sonra zavallı şaheserin gözü o kadar dönmüş ki bir damla gözyaşının onu kurtarabileceğine bile inanmış. Ve o kadar zulümden sonra rüya görmenin ne olduğunu asla öğrenemeden korkunç bir şekilde ölmüş." (ve başlığın hakkını vermek:3)
6 Kasım 2009 Cuma
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
1 baloncuk:
Başlığın hakkını bir hayli vermişsin bence ve ayrıca bir Jean-Pierre Jeunet daha kolay kolay bulunamaz. O zaman neymiş; filmleri karıştırıp bu gece geğiren bebeği izlemek tek görevimmiş.
Yorum Gönder