Pages

30 Kasım 2009 Pazartesi

Ailecek Bekliyoruz (Serge Gainsbourg, Vie Héroïque)

Serge Gainsbourg rolü için Eric Elmosnino'yu, Jane Birkin için Lucy Gordon'ı (çekimler sırasında mı yoksa çekimler bittikten sonra mı ölmüş bilmiyorum ama oyuncu listesinde hala ismi geçtiğine göre yerine birini geçirmemişler -ki bu da Lucy Gordon 'ı son filmiyle izleyeceğimiz anlamına gelir), Bambou için Myléne Jampanoï'ı (filmde çıktığı her sahnede aklıma Martyrs gelmese bari), France Gall için güzeller güzeli Sara Forestler'ı ve daha birçoğunun yanında Boris Vian için Philippe Katerine'i seçersiniz de, midemizde uçuşan sevgi, sevinç kebelekleriyle heyecan içinde beklemez miyiz biz bu filmi?! (Ayrıca imdb'de karakter listesine göz atıp Charlotte Gainsbourg ve Anna Karina 'yı göremeyince içerlemedim değil.)



imdb
resmi sitesi

28 Kasım 2009 Cumartesi

Katıldığım Çok Zaman Oldu;

"...Üniversiteye gitmişler, çünkü üniversitelerin çok önemli sayıldığı bir zamanda birisi onlara bu dünyada yükselebilmek için diploma sahibi olmak gerektiğini söylemiş. Ve bu yüzden de dünya, bazı olağanüstü bahçıvanlar, fırıncılar, antikacılar, heykeltıraşlardan ve yazarlardan yoksun kalmış."

20 Kasım 2009 Cuma

Haftaiçi Karalamaları

İkinci bir emre kadar maymunlu pembe çoraplarım, uğurböcekli yeşil şalım, turuncu berem ve Norah Jones 'la akşam akşam ışıklı şehir merkezinde boş boş tur atma döneminin açılışını yapmış bulundum. Gün be gün daha da bir kanım ısınıyor bu bayana. Ve bence bir şehrin "akşam aydınlığı" manzarası yorucu bir günün ardından insana pek güzel geliyor. Ve yine o akşamlarda sokakta dolaşan insanlar tanışıklığınız olmaksızın gözünüze (kameranıza) takıldıklarında daha güzeller. En azından sadece sokaktaki insanlardır onlar. Şu adam, bu kadın, dıdısının dıdısı, bilmem kimin oğlu değil, sadece sokaktaki insanlardır. Ve bu gibi zamanlarda yapacak işin yoksa, başıboş yürüyorsan, kulaklığında mutlaka birşeyler çalmalı. Tercihen Brazzaville, David A. Brown, Norah Jones, Nina Simone, Sade diye uzar liste, böylesi daha makbuldür. Akabinde 20 dakikalık cam kenarı otobüs yolculuğu iyi gider. Anahtarların arasında kaybolduğu bir karışıklığa sahip ağır, şıngır şıngır sallanan anahtarlığını çıkarırsın çantandan, eve girer, odana çıkarsın.

Akşamın Nescafe Alta Rica kavanozunun içindeki Jacobs Monarch eşliğinde bir fransız filmiyle (yine tercihen) devam eder. Maymunlu çoraplar kalmalıdır, kompinasyonu bozmayalım, iyiyiz. Kitaplığından çıkardığın herhangi bir kitabın ikinci sayfasına siyah/lacivert mürekkepli tükenmez kalemle adını, soyadını ve tarihi yazarsın. Yıllar sonra yapraklar sararıp solduktan sonra üzerlerinde ayrı bir anlamı oluyor bunun, anne ve babamın kitaplarından edindiğim bir izlenim... Diğer kitaplardaki imzalarını inceler, karşılaştırma yaparsın. Bir dahaki sefere "S" nin kuyruğunu biraz daha dolgun ve afili yapma kararı alırsın...

O herhangi bir kitabın birkaç sayfasını çevirip meşhur cümlelerini hatırlamaya çalışırsın. İyi kötü, neredeyse okuduğun her kitapta vardır zaten unutulmaması gereken, yastık altındaki kağıda not edilip uyumadan önce göz gezdirilen cümleler. Beni haksız çıkarmaman için iyi kötü bir kitap okuyucusu olman yeter zaten.

"Bir arada olmaktan nefret ettikleri ama yalnız kalmaktan da korktukları için insanlar telefon denilen aleti kullanıyorlarmış."

Gündelik tüketici zihniyeti her kitabında taşa tutmuş, son zamanlarda da sivri dilli bir kitap yazarı olmanın getirdiği yan etkilerden bolca etkilenmiş, yavaş yavaş okuyucu kitlesini yeraltı zihniyetinden popüler zihniyete genişletmekte olan bir beyefendinin (ki gizem yaratmaya gerek yoktur * ) güzel bir kitabından çıkarılmış kendim için oldukça anlamlı bulduğum bir cümledir.

*

Ayrıca tavsiyeme kulak vermende de yarar var;

Charlie Hunter & Norah Jones- More Than This
Nina Simone- Just In Time

13 Kasım 2009 Cuma

Une Femme Est Une Femme












(Alfred cebinde beş kuruşu olmadığını farkedince barmenin yanına sokulur..)

Alfred Lubitsch: Size bir soru soracağım. Sadece evet ya da hayır diye cevaplayabilirsiniz. Cevap evetse size 10.000 frank veririm. Ama cevap hayırsa siz bana 10.000 frank verirsiniz.

Barmen: Tamam.

Alfred Lubitsch: İşte soru.. Bana 10.000 frank borç verir misiniz?

Barmen: Hayır.

Alfred Lubitsch: Öyleyse bana borçlusunuz. Ben de size gelecek hafta veririm..

(Ve Alfred hızlıca kapıdan çıkar.)

7 Kasım 2009 Cumartesi

Çukurnot:

Sevgili blog sayfamın bünyesinde barındırdığı template'ini değiştirme kararı almış, lakin gönlüme göresini bulamadığımdan bu değişimi ertelemiştim. Bu haftasonu yoğun template arayışlarımın sonunda huyu huyuma, suyu suyuma uygun bir düzen bulabilirsem yeniden yapılandırma işlemine başlayacağım. Yok, hiçbirşey beğenmemezlik edersem, kırmızı vintage blog düzenimden af dileyip, kursağımdaki hevesi başka bahara bırakacağım..

6 Kasım 2009 Cuma

Aşırı Dozda Farkındalık ve Varoluşsal Çelişki

Yalan değil, oturdum yarım saat boyunca nereden başlayabilirim diye düşündüm. Başlığım pek şık oldu ama yıllarca "önce kompozisyonunuzu yazın, tamamladıktan sonra başlık atın" diye diye başımızın etini yiyen edebiyat öğretmenlerinin bu sefer sözünü dinlemeyerek, yazının; başlığın gölgesinde kalıp kalmayacağını hesaba katmadan saldırdım klavyeye. Belki bir kitaptan alıntı ve onun hakkında iki paragraflık afili bir yorum.. Yapmadığım şey değil, sanki kötü birşeymiş gibi gösterip sivri dilli bir cümle kurmak değildi amacım. Yine de o izlenimi veren bir cümle kurmuş olmam o şekilde düşündüğüm anlamına gelemz. Sık sık yalan söylediğim gerçeğini göz önünde bulundurursak (bunun da bir yalan olup olmadığı sorusu sonsuza kadar sürebilecek bir tartışmanın girişi niteliğindedir, zamanımızın olmadığından değil belki ama üşengeç insanlar olduğumuz yalanlanamaz bir gerçek.), bence affedilebilir bir yargı (olmaz öyle şey diyenler için bknz. Existential Angst -ve başlığın hakkını vermek :1) ...

*

Tabi ki yargıyı bir kenara bırakır, dikkatleri bugün derste yarım saat boyunca tuvalette kilitli kaldığım konusuna çekersem başlığımın hakkını tam anlamıyla verebilirim. İlk beş dakikamı kapıyı isteksizce tıklayarak geçirip, geri kalan zamanımı 10 yaşında kafama takılmış soruların cevaplarını arayarak, tuvaletin; insanın kendini güvende ve yalnız hissedip kafasını dinlediği, zihnini kurcalayan yüz bin milyon baloncuk düşüncelere rahatça odaklanabildiği ender mekanlardan biri olduğunu düşünerek ve bir de Frank Zappa 'yla aynı fikirde olmanın mutluluğunu yaşayarak geçirdim. Oldukça verimli bir yarım saat olduğunu söyleyebilirim.. (ve başlığın hakkını vermek:2)

*

"Bir zamanlar hayat verecek kadar yetenekli bir mucit varmış. Olağanüstü bir adam. Karısı ve çocukları olmadığı için onları laboratuvarında yapmaya karar vermiş. İşe karısıyla başlamış ve onu dünyanın en güzel prensesi olarak tasarlamış. Ne yazık ki kötü bir genetik perisi öyle bir büyü yapmış ki prenses üç karıştan fazla uzayamamış. Sonra kendi görüntüsünden altı çocuk klonlamış. Vefakar, çalışkan, o kadar benziyorlarmış ki kimse onları ayırt edemezmiş. Ama kader onu yine aldatmış, hepsine uyku hastalığı vermiş. Bir arkadaş özlemi içerisinde, akvaryumda bir beyin yetiştirmiş ama onun da migreni varmış. Ve nihayet en büyük şaheserini yaratmış. Dünyadaki en zeki adamdan daha zeki. Ama ne yazık ki mucit ciddi bir hata yapmış. Adam zekiymiş ama onun da bir kusuru varmış. Asla ve asla rüya görmezmiş. Öyle mutsuzmuş ki, ne kadar hızlı yaşlandığını bilemezsiniz. Sonra zavallı şaheserin gözü o kadar dönmüş ki bir damla gözyaşının onu kurtarabileceğine bile inanmış. Ve o kadar zulümden sonra rüya görmenin ne olduğunu asla öğrenemeden korkunç bir şekilde ölmüş." (ve başlığın hakkını vermek:3)