13 Şubat 2009 Cuma
O-B-S-E-S-S-I-O-N
Elimde orta şekerli türk kahvemle oturdum yine, film izlemeye gitmeden önce birşeyler zırvalayacağımdır (Sen hep buradasın nasıl olsa). Bu ayın (daha doğrusu her ayın) 14'ünün hayatımdaki başlıca önemi ayın 15'inden bir gün öncesi olması (13'ünün önemi ise 2 gün öncesi olması falan diye gidiyor o). Gerçi, tabii aşkitolar mutlu olsun, başlıca temennimiz de bu! İleride peygamber falan olursam o özel günü her ayın 14ü yaparım, mıçarsınız. Samimi biriyim ben, her ay kutlayın aşkito gününü diye söylüyorum. Kutsal kitap da yaparız, adı da Holy Pickle olur, resimli mesimli böyle.. Manifestolarımız da olur bukleli bukleli, sıkıldıkça maddeleri değiştiririz. Dr. House ve Sheldon Cooper 'ı da katarız işin içine, dünyayı ele geçiririz!
Neyse, ayın 15i elime paracıklar geçecek, ona seviniyorum ve hayır artık harçlığımın yüzde yetmişini içkiye yatırdığım söylentileri yalan. Kitap alıyorum ben. Bir yer keşfettim (bak bu küçücük şehirde mekan da keşfedebiliyorum ben), annem gibi bir teyze duruyor başında. Babil Sahaflığının ikinci yeriymiş. İlk gittiğimde Babafingo ve Caz Dönemi bakıyordum. Annesi ve kızıyla beraber bir evde yaşayan tombiş teyzem yeşil çay yaptı (Sallama çayı çıkardı paketinden, ketılda su ısıttı, bardağa döktü, karıştırdı, koydu önüme. Yaptı deyince mekanda koca karı style garip garip otlar bulundurduğu düşünülmesin). Küçük bir masa var, oturdum, kitap inceledim. Fonda da Billie Holiday koymuşlar. Biraz daha kalsaydım, orada sabahlamamın bir sakıncası olup olmadığını soracaktım. Her zaman bekleriz dedi teyze, gel buraya otur saatlerce kitap oku dedi. Dağlar kızı Heidi gibi mutlu oldum vesselam, ama köpekleri sevmem... Gerçi uzun bir süre oraya gitmem gibi geliyor. Yatağımın altı okunmamış kitaplarla doldu (Evet bu bir göndermedir Mimi Wonka). Bir süre uyuyabilmek için kitap okumayı mı bıraksam diye düşündüm. En rahatlatıcısı gece yatağın içine gömülüp el feneriyle kitap okumak çünkü. Türk kahvesi sayesinde sabah altıya kadar da uyuyamadığım için 45 dakika daha ayık durmak en doğrusu geliyor. 6:45de sevgili telefonum Pantera- Broken şeklinde çalıp beni uyandıracağını sandığı için -ki uyuduğum zamanlarda gerçekten de uyandırdığı görülmüştür- gözlerimi kapatıp bekliyorum çalmasını. Neyse, uyku candır herşeye rağmen, tenefüslerde de uyunur... Şu sıralar The Other Boleyn Girl izledikten sonra "Natalie Portman 'lar ölmesin bühü" diye üzülüp Garden State izliyorum. 8. Henry 'nin 7/24 kalkık pipisi yüzünden gitti güzelim hatun (Tamam o yüzden ölmedi ama payı vardı). Kılıçla kellesi kesilen Scarlett Johansson olsaydı bu kadar üzülmezdim. O sarışın çünkü...
Nouvelle Vague da yeniden kulağımı aşındırmakta. Havalar çok kötü burda. Fırtına falan var. Rüzgar, tecavüze uğrayan hatun edasıyla bağırıyor, duymamazlıktan geliyoruz. Aslında Anthony & The Johnsons dinlemeliyiz bu havada. Ne alaka Nouvelle Vague falan? Bande A Part çok güzel albüm çünkü. Dışarda hortum çıksa umrunda olmaz. Eiffel 'ın dibinde oturup dinlenilesi, eşliğinde dans edilesi gruptur (pratiğe dökeriz birgün, yaparız yaparız...). Nouvelle 'nin yanında The Orion Experience çok çok iyi gidiyor. Hayır, şöyle güzel, güneşli bir gün olsun; kulağımda bu şarkılarla sokakta millete serenat yapacağımdır o kötü sesimle, yanıma da "Ville Valo kadın olsa bu kız kadar güzel olamaz" yorumuyla andığımız Miss Little Sunshine 'ı alıp... Yoluma Boncuk Gözlü Dilber çıksın, ona da söylerim. Şarkıların verdiği sarhoşluk bu işte... Neyse gidiyorum ben, geleceğim tekrar ama dersler başladı giremiyorum nete öyle sık sık. Her ay ortalama kaç tane yazı yazabileceğimi falan hesaplıyorum okulda, çok içime işlemişsin, bırakamıyorum seni blog!
Nouvelle Vague- Ever Fallen In Love
The Orion Experience- Obsessed With You
Sixto Rodriquez- Sugar Man
Etiketler:
Kemik Torbası,
müzik,
Sing in Your Ear,
Tanrısal Tesirler
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
2 baloncuk:
sevgili isis tanrısı falan diye saçma bir giriş yapayım dedim. demezler mi adama, bi tanrıyla nasıl böyle laubali (ne uyuz bi kelime amk) konuşuyorsun diye. demezlerse amk yahu. (bi anda kendi kendini sinirlendirebilen adam)
ne diyorduk?
selam, naber? ok.bye. dağıldım lan bi anda..
Dün geldi gene Nouvelle Vague Babylon'a. Ben gene gidemedim.
Ha, hakkaten keşke Scarlet ölseydi ya. Birşeye benzemiyo zaten al koca memeyi, koca popoyu kondur sarı saça peh!
Yorum Gönder