Pages

21 Mayıs 2008 Çarşamba

Çatı, Şarap, William Blake ve Can Yücel


Biliyorum Mimi evet takıntı yaptı. Ama güzel bir uyum olmadı mı ha? Bir de o bilinçaltımın beynimin baskılarına dayanamayıp uydurduğu güzel motifi de yanıma kondurduk mu daha güzel ne olabilir ki? Zaten başka işimiz mi var? Tam da şuanda üzerine şırıngayla kan fışkırtılmış "Zen ve Motosiklet Bakım Sanatı" adlı bakteriyel kitabı okumanın zamanı. Üstelik ben Denizlideyken babamın açtığı kırmızı şarap da dolapta "gel babana" diye seslenirken... Yarın okulu kırma düşüncesi geçerken aklımdan nerden düştüm yine bu köhne mekana diye yoruyorum kafamı. O otobüse hiç atlamayacaktım. Birkaç günlük güzel bir tatilden sonra bulunduğun yere ayak uydurma -hayır hayır özür dilerim uydurmama- çabası içinde buldum kendimi. Her an gitmeye hazır. Hergün günaydın dediğim insanların suratına hissizce bakarak "zaten gidicem kalıcı değilim hıhı evet." imajı çizmek. Boşuna yormayalım kendimizi, hepimiz şuan üzerine kıçımızı koyduğumuz yere bağlıyız, gitmiyoruz biryere.

Gelip geçici insanlardan bahsettim mi? Sık sık görüştüğüm insanlardan kısa zaman sonra bıkma huyunun tetiklediği, beynimde yer etmeye başlamış bir düşünce. 2-3 ay görüş sonra tadı kaçmadan bırak. Hayır hayır bencilce değil, aksine fedakarlık gerektiren birşey bu. Bir insanla yarın gidecekmiş gibi yaşayabildiğin herşeyi yaşamak ve o insanın bir zaman sonra dönüp baktığında güzel bir anı olarak kalması. Asıl değerli olan belki de budur ama bizler hayatımıza giren herşeye ve herkese kalıcıymış, ölünceye kadar bizimle kalacakmış gözüyle baktığımız için neyin değerli neyin değersiz olduğunu henüz kavramamışızdır. Böyle söylenince bahsettiğim şey "gününü gün etmek" ya da "anda yaşamak" olarak düşünülebilir ama değil. Bu sadece anı biriktirmek. Derilerimiz buruşmaya başlayıp, ciğerlerimizde (sadece ak değil kara da) sorunlar çıkmaya başladığında şöyle fotoğraf albümünü karıştırıp "güzel şeyler yaşamışım vesselam" demek için tüm bunlar. Kalıcı insan zaten kalıcı olduğunu hissettirir böylece kimi kısa sürede hayatımızdan çıkarmamız, kime sıkıca sarılıp; kemiklerini kütürdetmemiz gerektiğini anlayabiliriz. Olaylara felsefi boyut kazandırmaya hiç gerek yok azizim, sadece sıkıntı sonucu bilinçaltının ürettiği puzzle benzeri fikirler bunlar. Belki değişir, bozulur, zamanla yenileri gelir; belki de uhuyla kartona yapıştırılır duvara asılır bir eser olarak.


Büyüyünce böyle bir evim olsun, çiçekleri sulama ihmalinden kurusun, penceresi tozlansın, demirleri paslansın,boyaları dökülsün ama ben hep o küçük balkondan aşağı sarkıp gelip geçenin kafasına çekirdek fırlatayım. Arkada da Amelie soundtrack çalsın güneşin batışını izleyeyim. Kız kuruları gelsin. Hepimiz şişman olduğumuz için o küçücük balkona sığamayalım ve kendimizi bir fransız kafesine atalım. Belki italyan usulü spagetti yapıyorlardır...

3 baloncuk:

mimi wonka dedi ki...

bana böyle fikirler vermemelisin bence, gerçi fedakarlığın bu farklı boyutunu ben bulaştırdım sana ve şimdi okuyunca hiç doğru değilmiş gibi geliyor, ilginçtir kendi fikirlerimle genelde çelişmem ama herşeye geçici gözüyle bakmak çok gerçekçi olur, gerçekçilik de bize göre birşey değil bence azizim...

biribirimizin kemiklerini kırıp yaşlanacağız dediğin gibi,ve bu yazıyı ben yazmalıydım kıskandım o cümleleri, bu gidişle de o çatı katını tutacağım sanırım, balkonu böyle değil ama :)



o kitabı 40cmden daha uzakta tut ve öyle oku

(Süper)Cem dedi ki...

Çatı, Şarap ve Yıldızları eklemeliyiz bunun yanına. Yazının konseptiyle belki göremediğim bir bağlantısı vardır tabi, bilemiyorum. Ancak başlık kadar güzel hissettirdi bana yazının içeriğide..

Phaedrus dedi ki...

kesinlikle yıldızlar... onları unutmamalıydım doğru söyledin. annemin "millet dışardan evi mi seyretsin kapat o perdeleri" diye ciyaklamasına rağmen yatağa girdiğim anda mp3te nouvelle vague açtıktan sonra yaptığım ilk iş dibimdeki perdeyi aralayıp uyuyana kadar yıldızları izlemek...