Pages

10 Ekim 2009 Cumartesi

Ayı hatırlamıyorum. Gün hepten yok. Bir şey var.. Ama onun da ne olduğu belli değil...*

Bugün trafik ışıklarının dibinde beklerken karşıya geçmek için yanıma gelen ve akabinde hapşuran ( 'ı' değil, inadına 'u') bir bayana bilinçsiz bir şekilde, tamamen ağız alışkanlığı sonucu "iyi yaşa" dedim. Aldığım tepki, suratıma malca bakan mal bir surat oldu. Oysa ki tanımadığın bir insanın sana böyle güzel bir dilekte bulunmasına vereceğin tepki aynı güzellikte bir "hep beraber efenim" olmalıdır, mal surat değil. Hayır, normalde sokaktan geçen insanlara Pollyanna style gülücükler saçan ve her hapşurana mendil uzatan biri değilim blogger, sen de biliyorsun. Boş bir anıma geldi ve söyleyiverdim, niye adamı pişman ediyorsun ki odun karı? Çok kızdım amk..

*

Geçen gün kuaför koltuğunun dibindeki saç tutamlarına bakarken abimin saçlarının artık benimkilerden daha uzun olduğu gerçeğiyle yüzleştim, yüzsüzce ve bir cevap beklemeksizin bu haberi ona mesaj aracılığıyla ilettim. Eminim okuduğunda yüzüne o çok tanıdık, sinsi gülümseyişi yerleştirmiştir (bir abi-kardeş benzerliği-örnek 1). Otobüs beklerken yine elimi kısalmış saçlarıma götürüp akabinde "Bowie-kuaför-kırık saçlar" içerikli melankolik bir mesaj da Mimi Wodka 'ya attım. Bir buçuk senedir kuaför yüzü görmemiş saçlarıma bakarak, kuaförsel terimleri alfabetik sıraya göre sayabilecek potansiyele sahip olmadığımı rahatlıkla söyleyebilirsin, fakat, "let your hair down" mantığına can ı gönülden bağlı bir kişiliğe sahip olduğumu da anlayabilirsin, saçlarım makasla tırt tırt kesilirken suratımdaki içi giden ifadeyi göz önünde bulundurarak...

*

Senenin dinlenilen en güzel albümlerini özene bezene sıralamıştım. İçim rahattı çünkü herbir albümü en az 5-10 kere dinlemiş ve her seferinde gayet de doğru seçimler yaptığımı tekrar ve tekrar farkedip kendimi takdir ediyordum. Yılın en süpsüper albümler yazısını da senenin sonuna bırakıyorum, albümleri geniş geniş ele alır karalarım yine birşeyler tabi ki ama bir konuya parmağımı basıp durmadan geçmemeliyim, çatlayabilirim, belli olmaz.. Herneyse, ne diyordum, evet, en beğendiğim albümleri seçmiştim ve içim rahattı.. Ta ki o geceye kadar.. Mimi Wodka 'dan gelen o şaşırtıcı olduğu kadar da sevindirici haberle işler değişti.

-Son albümleri pek bir güzel Turşucuğuum, hemen edin!

O gece indirdim albümü ve ertesi sabah dinlemek üzere mp4e attım. Sabah okul yolunda dinlemeye başladığım albümü gün biterken 5.-6. postasıyla dinliyordum. Her ne kadar son dakka gollerine karşı artık daha hazır, daha tedbirli bir Alasse insanı olsam da, Deathstars- Night Electric Night albümünün 2009 'un en cano albümleri arasında ilk 3'e oynadığını gönül rahatlığıyla söyleyebilirim -ki an itibariyle söyledim.


"Bana hareketli, gürültülü, sabahları soğuk duş etkisi yaratacak birşey lazım olm, eskittim playlistleri!" isyanlarımın ortasında, İsveç'ten gelen sert industrial rüzgarıyla mp4üme misafirliğe gelen Night Electric Night 'ı baya baya geç dinlediğim için (albümün 30 Ocak'ta yayınlandığını belirtirsek suratıma isabet edecek olan tükürükler daha afili gelebilir) Whiplasher 'dan defalarca özür dilerim bu blog aracılığıyla, başka bir zaman başka bir platformda değiniriz yine bu konuya kendisiyle...

Ayrıca albümü birkaç kere dinledikten sonra kulağımın yoğun isteği üzerine "evet, sen o'sun" diyerekten albümdeki favori parçam ilan ettiğim Death Dies Hard 'ın klibini de günde üç öğün izlemeden geçmiyorum...




Deathstars- Death Dies Hard

(* Gogol Amca'ya göndermeler..)

Şu kısıtlı zamanda kitaplara, filmlere, albümlere, blog ahalisinin yazılarına vs zaman ayırmak güç iş, tatilde zıbara zıbara geçirdiğim günleri özledim sanki lan.. Ve bu yüzden an itibariyle film izlemeye kaçıyorum blogger, öptüm..

2 baloncuk:

Buzcevheri dedi ki...

Ben de yeni albüm arayışındaydım. Önce mimi de gördüm sonra sende. Rapide atladım ama o da kar etmedi, premium acc falan istedi hibine şu an torrentle iniyor.

(Süper)Cem dedi ki...

sdmfıoasdmıf o ışık muhabbeti çok şükela olmuş :d

Geçen biri bana da çok yaşa dedi, ben normalde böyle şeyleri önemsemeyen biri olaraktan gülümsedim ve teşekkür ettim. güzel bir davranış elbet. ama ben kimseye çok yaşa falan demiyorum. "benim dememle mi olacak hulen" tribinden ziyade iyi niyet gösterisi, eyvallah ama iki kelime ile mi oluyor bu işler? aslında iyi olup olmaması zerre skimde olmayacak birine sırf ağız alışkanlığından "iyi yaşa" diyebilirim misal. herkes diyebilir ve dedikten sonra uzun uzun düşünüp hayatı ve evreni sorgulayabilir. sonra aya çıkıp, o küçük çocuğun hayal ettiği gibi oltasını salıp yıldız avına çıkmak ister falan? hayat böyle abidikleşir, gubidikleştiği kadar. işte bu yüzden kimseye iyi yaşa, çok yaşa gibisinden kelimeler kullanmam. "hasta mısın lan?" diye sorabilirim ama ilaç içmesi içinde ısrar etmem. bu da bana başka şeyleri çağrıştırır çünkü ama bu konuyu daha fazla uzatıp sizin kısıtlı zamanınızı daha fazla çalmak istemiyorum. yoksa çağrışımlar denizinde yüzen ve cebelitarık'sal bir boğazdan okyanuslara açılması bir an meselesi olan bir ceviz kabuğuymuşçasına (kelimeye gel hanuna, yazarken 3 kere ağzımla tekrar ettim ve çok zordu. artık bende kuulum. zor kelimeler kullanabiliyorum. bi kaç ingilizce kelime de eklersek bu iş tamam) işte öyle. ne diyeceğimi unuttum parantez yüzünden. aslında bağlayabilirdim ama çocukluğumu özlediğim için bağlamıyorum. neden? çünkü küçükken ayakkabılarımızın bağcıklarını bağlayamazdık değil mi? ah o sevimli ve günahsız ve de cinsel uzvuyla düşünmeyen çocukluk zamanlarımız.. hey gidi hey falan.. tamam. sustum.