23 Ağustos 2009 Pazar
Yeni sürüm: Ceronimo Emo 5.0
Dün gece Nikki Hanımla (evet Nikki ruhlu olduğu kadar hanımdır da kendisi, severiz biz o pembe saçlı bayanı) msn başında car car muhabbet ederken konu bir şekilde çocukluktan kalma yara izlerine geldi. Dizlerimi inceledim, kollarımı inceledim, suratıma baktım, "hey gidi lan tarihi belge niteliği taşıyan yara izleri görmekteyim" diye düşündüm. Hayatım boyunca geçirdiğim en ağır hastalık olan suçiçeğini hatırlatma maksatlı yanağımda var bir iz -ki en ağır falan deyince suçiçeğinin çok ağır geçtiği düşünülmesin (iki hafta falan sürdü kanımca), anlatım bozukluğu yapmamaya gayret ediyorum, adam gibi hastalık geçirmedim ben zira. Ortaokulda çantamın içinde ucu açık kalmış Pink Floyd rozetinin güzel bi çizittirdiği koluma falan baktım, "yine de seviyorum ki ben sizi, canınız sağolsun" dedim hayatta kalan beylere.
Bugün de aklıma geldi yara izi muhabbetleri. Manyakçasına izlediğimiz filmlerdeki azılı suçluların suratlarındaki afili yara izleri falan.. Karizmatik bir azılı suçlu olmak için çok gerekli birşey o yara izi. Suratta oldu mu tadından yenmez. Karizmatik azılı suçlulara özendim sonra (hayır hayır Albert Fish 'ten bahsetmiyorum, karizmatik dedim, yamyam değil). Tak güneş gözlüğünü, topla adamlarını, birkaç banka görevlisini falan patakla, o sırada da kasiyere öpücük at gözlüğünü hafiften indirip (banka soyuyorsun, topla kendini, adam ol), dışarıda bekleyen arabaya atla, bassın gaza Corc.. Kendimi düşündüm öyle azılı bir suçlu olarak, yakışmaz mı ama lütfen? Kırmızı çerçeveli hippi gözlüğüm ve kolumdaki yara izi pek etkili olmaz, doğru, katılıyorum ona. Benden ancak torbaya paraları koyan eleman olabilir ama şöyle de bir durum var, aşk adamıyım ben (göndermelerde sınır tanımam => Moonlight-Josef ulan! 2. sezon istiyoruz biz) gelemem öyle silah işlerine falan... Ve ben bugün Public Enemies izledim, evet. Johnny Depp karizmatikti ayrıca, ona da evet. John Dillinger olmak kolay iş değil... Filmin sonunu bile bile izledim, hoştu yani. Dedim arada içimden "Johnny Depp, beybi, Clyde Barrow 'ların, Michel Poiccard 'ların kaderi bu, ölüceksin, kasmayalım bu kadar, 1934 yani..". Filmi izledikten sonra da "ismi çok geçti yahu" bahanesiyle winamp ı Pretty Boy Floyd- i wanna be with you ile süsleyip güzelce dinledim, iyi oldu hatırlattıkları.
*
Bir de dün gece hayatımın anlamını değiştirebilecek nitelikte bir duyum aldım. Bir blogger olmayı geçtim (bknz. blogger insanlarının normal insanlardan farkları# -ki yok öyle bir bağlantı), bir insan olarak hayretler içerisinde kaldım. Kulağıma çarpan haberi kısaca özetleyen şu soruyu sormak istiyorum, tepkilerinizi alırım sonra.
"Karısını döven 'emo' insanı bir fabrikasyon hatası mıdır yoksa yeni sürüm: emo 5.0 mıdır?"
İzmirli emo insanı evlenir, aile kurar (evet evet doğasına aykırı davranarak yapar bunu), çalışmadığı için annesinin evinde yaşamaya başlar taze karısıyla, her ne kadar temelde bir yanlışlık yapsa da doğası gereği çalışmaz bu emo insanı, karısı çalışır onun yerine. Sonra aldatır karısını, döver falan... Şimdiii... Önce gözlerini kapat, sakinleş, derin derin nefes al blogger, iyiliğin için söylüyorum çünkü birazdan bu olaylar dizisinin öznesi yerine o tanıdık yüzlerden birini (emo gencini) koyup olayları kafanda canlandırmanı rica edeceğim...
Çok kötü laan! Hani kalabalık yerde falan aklına gelse koparırsan kahkahayı deli damgası yersin o an itibariyle. Bir kere temelde bir yanlışlık olmuş dedim ya, öyle çünkü. Hani bir emonun elinde rakı, ortada kavun tabağı falan, karısının parasını yediği bir sahne canlanamaz bir insan evladının gözünde. Varoluşuna aykırı, öyle üretilmiyorlar ki onlar. Saçından çektiğin zaman ağlaması en bilindik fonksiyonudur zaten. Beyaz atlet, karı dövmece... o işlere başka tarz insanlarımız bakıyor. Amacımızı, yerimizi, varoluş nedenlerimizi bilelim ona göre davranalım efendim, lütfen!
*
Az önce alışverişteydik anne-baba-turşu üçlüsü olarak. Girişe doğru yürürken babam annemi ani bir hareketle durdurdu. Annem de çığlığı koyuverdi az daha ezmekte olduğu şeyi görünce. Ayaklarımıza dolaşıp duran turuncu renkli, mavi gözlü avuç içi kadar bir kedi yavrusu. Babam anneme bakıp güldü biraz, annem şaşkınlık içinde babama bakıp güldü, ben de o sırada Mimi Wonka'nın yolladığı siyah converse imin sağ tekinin üzerine oturan kediyi sevmeye başladım. Ağzımdan çıkan ilk cümleyi duyar duymaz babam kolumdan çekiştirip, kediyi de ayağımın üstünden itti kenara. "Ya bırakmışlar yavrumu buraya, götürelim biz bunu!" demiştim ben. Ama malesef kolumdan içeri sürüklendim "deli misin yahu" tepkileri eşliğinde. İnsanlar garip garip bakıyordu ayaklarının altında dolaşan kediye. "Ulan" dedim içimden, "benim elimden bir bok gelmiyor, ramazan için torbalarca alışveriş yapmayı biliyosunuz da sahip çıkmayı falan geçtim vulgarca iteliyorsunuz hayvanı ordan oraya" dedim ardından da sövdüm fısıldayarak (kanımca bir güvenlik görevlisi duydu). Alışveriş bittikten sonra annemlerin uğraması gereken bir yer daha çıktı, ben de arabaya yollandım orada beklerim diye. Arabaya girdikten 5 dakika sonra "Siktir ulan, birini bulasaya kadar tutarım hiç olmadı elimde" gazıyla çıktım arabadan, orada burada kediyi aradım. Sonunda 20-25 yaşlarında bir hatunun dibinde gördüm, okşuyordu o da kediyi. Gittim yanlarına, daldım direk "merhabalar, evet hımmm, ne insanlar var yahu, lafa gelince herkes iyi insan modeli oluyor ama biri de cesaret edemiyor küçücük kediyi bir veterinere falan götürmeye. Ben kanımca alıcam bunu yanıma" dedim. Hatun merhaba karşılığımı verdi, cümlelerime katılır vaziyette "hıhı, kesinlikle katılıyorum, evet yahu" yorumlarını yaptı ve dedi "arkadaşım bir kutu bulmaya gitti, gelicek birazdan götürmeye karar verdi kediyi". Dedim "canın sağolsun, iyi olmuş, benim hatun evde cehenneme çevirirdi hayatımı, işin o gerçeği de var. Her nefes tıkanıklığında bana küfrederdi, iyi iyi sevindim", sonra oturdum kaldırıma, yine converse imin sağ tekinin üstüne kurulan kediyle oynadım bir süre. O güzelliğe bakıp zırlama eşiğine geldiğimi utanmadan söyleyebilirim herhalde. Mutfak balkonunun altındakileri besledim ben de eve gelince anneme çaktırmadan.
*
Geçen sene bu dönemlerde hatrı sayılır sıklıkta bahsettiğim güzel alerjim geldi yine. Geçen günün sabahı uyanma sebebim olan 4-5 kere arka arkaya hapşuruklar (yanlışım varsa düzeltme, seviyorum bunu) bitip de burun akıntısı başlayınca dibimdeki sehpadan selpak kutusuna uzandığımda ağzımdan çıkan ilk kelime; "Haleluyaa". Nasıl bir hallelujah olabilirse artık bu... En kötüsü de o tam hapşurma anında, bir anlık duraksamayla hapşurma hissinin kaçması, gözlerin sulanması, burnun akması ve "amk laaaan!" haykırışları... Ama yine de inat değil mi lan, olmam aşı falan ("ahanda buraya yazıyorum" efekti vermeye çalışırken "monitör lan bu" farkındalığı").
Son olarak;
http://www.cumhuriyet.com.tr/?im=yhs&kid=12&hn=75740
Derinden bir "yuh!" çekerim ben buna. Taş olursunuz laan!
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
8 baloncuk:
yara izleri nekadar çoksa okadar yaramaz ve sakardır bir çocuk.
bu bağlamda bana yara izlerini göster, anne ve babanın kim olduğunu söyleyeyim, onların sinirden dikleşmiş saçlarına bakıp.
kendimde biraz yaramaz sayılırdım bu kanıya yanık ellerimden, dizlerimde (hala) geçmek bilmeyen yaralarımdan, kafamda salıncaktan uçmaya çalışırken kalan 3 dikişten, bisikleti tek teker kullanma sevdası yolunda popoma çamurluğu geçirişimden varabiliyorum. He annemi soracak olursanız, o hala iyi ara sıra yanına uğruyoruz. :P
saygı duyar, takdir bile ederim efendim. haylaz dönemleri verimli kullanmış, hakkını vermişsiniz siz :D
Aşı falan olma zaten, bi' boka yaramıyor. Bir alerjinden kurtulsan diğeri baş gösterir. Alerjik bünye başka bir şey..
Bi' de spoiler vermeseydin keşke yauv..
bu avatarı ben bir yerden tanıyorum ama nerden :)
(yorumu silebilirsiniz..)
yok efendim durabilir, crabfish güzel bir sitedir :)...
Olm nerdeyse 30 yaşına geldim benim bacaklar hala yara bere içinde top oynarken yediğim/aldığım darbeler yüzünden.. :s
top oynarken iki kolum kırıldı -ayrı zamanlarda tabiki :p-, burnum kırılmanın eşiğinden döndü, bacağıma cam girdi, sayısız morluk ve izleri saymıyorum, maç yüzünden bir çok kez kavga ettim, oram buram çizildi, topumu kaybettim babam kızdı. her maçta çüküme top çarpıyo :(
sırtıma demir merdiven düştü.
atçılık oynarken kanepenin sivri köşesine kafa attım.
okulda koşuşurken elimi kapının kenarından çıkan çiviye taktım.
yan mahalleyle taş savaşı içindeyken kafama taş geldi. yarıldı.
ühüüüüğü! bir sürü.
canım top oynamak istedi lan gecenin 03:33 ünde :s
canselmo: tüh ya odunluk benimkisi demeden edemedim, ama " john dillinger bu, gugıldan aratsak vikipediden öğreniriz ki şak diye nası öldüğünü daha filmi izlemeden" bahanesine çok güzel sarılırım..
süpercem: efendim okurken gülmekle üzülmek arasında ikileme düştüm, "elimi çiviye taktım" dan sonrasın bulanık zaten xD
Bende yazıyı okuyunca baktım da oğlum feci düşerdim ben.yürümeyi bilmiyormuşum sanki.bide kaykay falan sürmüştüm.kolum bacağım yara izi dolu.
dayakçı emo ahahah.ben o konuyu konuştuktan sonra düşündüm hayvan gibi bodyguardlar gitsin onlar gelsin! emolara ekmek kapısı.
Yorum Gönder