Pages

5 Ocak 2009 Pazartesi

Kış Uykusu


Selamlar huzur ve sevgi yumağım, cağnım blogum. Ve sen pek sevgili blogger.. Farkettiysen yılbaşı yazısı yazmadım. Daha doğrusu günlerdir (baktım bloga neredeyse 10 gün olmuş lan) birşey yazmamışım zaten. Mimi Wonka 'nın da "Püüh sana" larından sonra el atıp, bir iki şey karalamak lazımdır dedim, oturdum başına.

2009, 2009 dediler (dedik değil dikkatini çekmek isterim. Sizi ve kendimi işin içine katmıyorum, bizler seçilmiş insanlarız, çaktırma..), bol bol sevgi, mutluluk, dünya barışı; bununla birlikte utanmadan para, itibar, şan, şöhret istediler. Yaşasın dünya barışının yanında, gelsin yeşil yeşil banknotlar, gelsin renkli, cıvıl cıvıl kredi kartları dimi? (Di deme sakın.. Deme demiştim.. İyi tamam ben de içimden dedim kendime, boşver) O zaman ne yapıyoruz? "Saaaamveeer ovır dı reynbooov dım dım dım" diyerekten, bu yılda eski sevgilimizin önünden kırmızı cillop gibi arabamızla geçme dileklerinde bulunuyoruz. Parayla saadet olmaz mı? E al, oldu. Son model arabamla eski sevgilimin suratına çamur fırlatarak geçtim, beni bu dünyada daha ne mutlu edebilir? Prensiplerime aykırı diyorsan, bas parayı, Sam Rockwell yılbaşı akşamı, noel ağacının altındaki kocaman hediye paketinden fırlayıp, kırmızı iç çamaşırıyla yeni yıl şarkısı söylesin. "O da olmaz, Sam Rockwell 'in gülüşünü sevmiyorum ben, çok pişkin, hıh!" dersen, sana bayılana kadar alışveriş yapmanı öneririm. "Yok ben hala paranın satın alamayacağı şeyler istiyorum" dersen de HSBC kart al derim. Bakma sen öyle dediklerine, birikmiş puanlarınla paranın satın alamayacağı şeyleri de alabiliyorsun. Migrosta cipis reyonlarının yan tarafındalar. "Hocayı keklediğini sanıp, sıranın altından kopyaları götürmenin verdiği haz" aldım ben geçenlerde. Paha biçilemez sanıyordum ama gerektikçe çıkarıp tüketiyorum, hoş oluyor..

Neyse hoşgeldin tombul yeni yıl, güle güle ezik eski yıl falan derken biraz da gelir giderlerden bahsedelim. Bol bol kitap ve film geldi bana 2008'in sonlarında. Çoğu burada bulunmuyordu, şehirdışındaki kuzenlere sipariş veriyorduk. Kitapların orjinal olanları için biriktirmekte olduğum deri ceket paramın yarısını heba ettiğim söylentileri doğrudur. Ama olsun, kitap candır, uğruna paraya kıyılır. Kotaya kıyamayıp, torrent listesinde geri sıralara atıp ertelediğim birkaç fransız film geldi. İzlerken gözlerimin dolduğu da oldu. Bir de "ne gelen ne giden" tayfası vardı. Tripcan Güneş gelmedi misal. Son anda "finallere hazırlanmalıyım" ayağıyla kaldı orada sevdiceği ve yarenleriyle. Doğumgünü de 3 Ocak 'tı, telefonla kutladım. "Hediyelerini tırt görürsün sen doğumgünü çocuğu köpeği hehhehehe" dedim, pişkin pişkin de güldüm.. Bir de gidenler, götürülenler tayfası vardı. Kahpe 2008 giderken yanında benden, oturduğum mahalleden bir parça götürdü. Gerçi suçu 365 gün 6 saatte aramamalıyız. Küçük Mario tipli Hasan Balaman "Siz istediniz, biz yıktık" dedi, 2-3 sokak ötedeki genel evi yıktırdı. Kim istedi ki ondan böyle birşeyi? Orada çalışan ablalardan biri de yıkım sırasında Balaman'ı protesto etmiş. Balaman, abladan çok etkilenmiş ama an itibariyle bir Tayyip duası okumuş da sakinleşmiş, zinaya mahal vermemiş. Birçok dönem veledinin çocukluk anılarından esip geçmiş bir evdi orası. O renk renk odaların içinde neler olduğunu öğrenmek için verilen çabalar vardı o yıkıntıların arasında... Balaman; bekçisi dahil birçok kimseyi işinden etmekle birlikte, dünün çocuklarının anılarından da derin parçalar koparmıştır... Neyse, sevmiyorum böyle isimleri bloguma konuk etmeyi ama içimde kalmasın. Okan Bayülgen evlenmiş mesela hiç duymamışım. Dün gece o kadar bekledim hadi bu gece kaçırmayacağım Disko Kralını diye diye. Geçen hafta bir aptallık edip sızıp kalmıştım da Cem Adrian konuk olmuş. Hala içim sızlar, küfrederim kendime. Dün gece bir hırsla oturdum televizyon başına, Disko Kralı bekledim ama Kral evlendiği için bu hafta yapmadılar, yerine dandirik korku filmlerinden birini koydular. Bring me the disco king, bring me the disco king dırıdım dırıdım diye diye ayrıldım televizyon başından. Kahve etkisiyle de uyumadım, sabahladım. Edebiyat- Geometri- Tarih- Coğrafya- Biyoloji- Fizik dersleriyle bünyeyi iyice sarsıp kendimi eve attım. Hayır yabancı dil öğrencisiyim güya lan! Fen bölümünden gelecek 3 puan için oramı buramı yırtıyorum. Gerçi hoş oldu bugün. En son 1.5 sene önce gördüğü fizik sorularını yavaştan yavaştan hatırladığını farkedince sevindirik oluyor insan saniyelik...

Bir de yeni birşeyden bahsetmek isterim; çok içine kapanık bir insanmışım. Yeni farkediyor değilim ama yüzüme daha yeni vuruluyor bu gerçek. Son veli toplantısında "Diğerlerinden daha kültürlü ve bilgili olmasının getirdiği bir soyutlama görüyorum Turşu'da. İyice kabuğuna çekildi, iletişim kurmuyor fazla, bir de çok uyuyor.." yorumlarıyla karşılaşmış anne-baba ikilisi. Karşı da çıkmıyorum, kimse Pollyanna olduğumu söyleyemez herhalde. Ama fazla iletişim yaramıyor, bir süre sonra sevdiğin insandan sıkılıyorsun. Yani kendimi çevremden soyutlamamı aslında çevremdeki insanları sevdiğim için, onlardan sıkılmak istemediğim için bulduğum bir çözüm olarak gösterebilirim. Gerçi evet artık soyutlamak bir yana, kendimden uzaklaştırmak için bazı insanları bol bol tersleyip, uzun uzun kurduğum cümlelerle bozduğum olmuyor değil. Sırf tek başıma olayım, muhabbet etmeye çalışan arkadaşlar olmasın diye okuldan kaçıp sinemaya gittim. Issız Adam 'a. Yolda karşılaştığım bir arkadaş da gelmek isteyince kıramadım ve film boyunca yanımda oturan varlıktan uzak durmaya çalıştım. Çok huzursuz oldum. Filme doğru dürüst konsantre olamadım. Yanımdaki bir tanıdığın varlığından bu kadar rahatsız olabileceğimi düşünmemiştim hiç. Biran önce film bitse de defolup gitsek diye bekledim. Hatta bir ara "niye sinemaya gittiğini söyledin ki sanki bok kafalı" diye düşünürken gözlerim doldu sinirden. Herhalde artık kendime fazlasıyla alıştım. Başka bir insanın yanımda olması düşüncesi yabancı geliyor. Mevsimliktir belki diyorum...

Şu sıralar blog konusunda kısırlık yaşıyorum (Bu yazının uzunluğuna aldanma gayet güzel saçmalamış olduğumu ilk cümleden hissettin sen de). Bana sorarsan hepsi Sartre yüzünden. Bulantı 'yı bitirdiğimde kendimi bir boşlukta hissetmeme neden oldu o adam. Kitabın harikulade konusundan değildi. Kitabın bir konusunun olmasını isterdim tabii. En azından Roquentin 'in bu bomboş, hiçbir kıpırtısı olmayan günlerin sonunda, varoluşmaya başladığını hissettiğinde dayanamayıp intihar etmesi güzel bir son olurdu. Aslında tamam öyle her ruh halinde çekilebilecek bir kitap olmasa da Roquentin 'in sıradan gözlemleri güzeldi ama hiçbirşey yapmayan bir adamı günlerce okumak insanı da hiçbirşey yapmamaya itebiliyor. Mevsimliktir belki bu da. Hem Mimi Wonka 'yla birlikte On The Road okuyorum. Tembellikten silkinir, Howl gazıyla hoş şeyler yazabilme potansiyeline sahip olurum. Devam ederiz güzel güzel, sakin sakin...

4 baloncuk:

mimi wonka dedi ki...

Bu yılın geçtiğimiz yıldan tek farkı sonunun 9 olması sanırım. ok mu sığ insanlarız bu konuda anlamıyorum ama dert ediyor muyum? Hayır.

Bi de o filmi nasıl buldun ya, anlatmadın sen onu? Kınıyorum!..

(Süper)Cem dedi ki...

oysa o kadar da güzel saçmalamıştım ki burada. ama gel gelelim ön izlerken hata verdi ve gitti her bi yazdığım. yanlışlıkla önizleme yerine, yorumu yolla demiş olsamda, yorum sana iletildikten sonra bana hata görülmüş olsa, sen de zıpçınk diye yukarda yorumu yayınlasan da, ben de burada ne kadar boş konuştuğumu insanoğluna gönlümün en klişe rahatlığıyla sergilesem, fena mı olurdu? hayır, bence olmazdı. hem ne demişler? hı, ne demişler? ak akçe, kara gün içindir! peki akçe geçiyor mu piyasada? tabiiki hayır çünkü artık YTL bile geçmeyecek durumda. o halde ne yapıyoruz. bi çay daha alıp kaçak wireless in kopmamasını umarak takılmaya devam ediyoruz. selam? naber? bu sefer yollamadan önce kopyalıcam (bknz: hatalardan ders almasını bilen zeki türk genci (h))

Phaedrus dedi ki...

Mimi Wonka: akşam anlattığım gibi o kazulet, maviş gözlerini haketmeyen kadın haricinde güzeldi film, patlamış mısırını al, yanında duygulanıp zırlayan tiplere aldırmadan filmin keyfini çıkarmaya bak. une belle historie kısmında yüzünde bi sırıtma ifadesi olsun, bende olmuştu, bir ortak noktada daha buluşmuş oluruz..

Süper Cem: yeni uyanmanın verdiği sersemlik haliyle gelen yorumlar sayfasını bikaç kere yeniledim ama gelmemiş olduğunu görüp (haliyle) üzüldüm yahu. güzel saçmalamanın da bir sanat olarak kabul edildiği blogspot ailesinde 3-4 kere okunası yorumlar arasında yerini alabilirdi, hoş olurdu. "oh güzel oldu lan" deyip gönder e yada önizlemeye bastığında sayfanın yavaşlamasını görmek, sonra zaman aşımı vs vs yazılarıyla karşılaşmak çok sinir bozucu birşeydir doğrudur.
iyidir gibidir, yapılmamış 550 soruluk ödevimi 1 saatte atmasyon cevaplarla tamamlayıp dershane yollarını aşındırmaya hazırlanıyorum. sizleri sormalı?

(Süper)Cem dedi ki...

550 soruluk ödevlere kafam girsin! bende imla kurallarını tamamen hiçe sayarak yazabileceğim bir yazı tasarlıyorum.. :P