Öğleden sonra servisi kaçırdım, bu bahaneyle bilgisayar başında pinekledim. Sürekli geç kalmam yüzünden benden nefret eden servis şoförümüz beklemeden gaza basıp gitmiş de olabilir. Ziyanı yok, bir tatili hak etmiştim zaten...
Sevdiğim ve beni seven insanlar benden önce ölsünler istiyorum bazen. Yani zaman zaman, karşımda duran insanı benim cenazemde ağlarken düşünüyorum. Arkamdan ağlamasalar da üzülürüm ama ağlarlarsa daha çok üzülürüm gibi geliyor. En sona ben kalırsam da yalnız ölmüş olurum. Belki kendi ölümün arkasından ağlarım.
-Nasıl bilirdiniz?
-Gereğinden fazla kişiliği vardı rahmetlinin. İki yüzlü de diyemezdiniz yani, öyle birşeydi. Sonunda hepsi birbirini yedi. O da nötrlendi. Geriye de bir tek Phaedrus 'un hayaleti kaldı. Onu da kovalayacak adam kalmadı. Kalbi kadar temiz sayfaları kirletir diye tarihin tozlu sayfalarına da geçemedi...
Ölüm falan değil bahsetmek istediğim konu, canın sıkılmasın hemen.. Boşlukta sallanan adam misali ölümdür, intihardır, bize göre değil o işler. Sonsuza kadar yaşamayı düşünüyorum mesela. Hatta bir gün fazla da yaşayabilirim. Gerçi Saul Bellow güzel ifade etmiştir kitabını " Aradığımız dünyalar asla gördüklerimiz olmamıştır, ne de pazarlığını yaptığımız dünyalar satın aldıklarımız.." diyerek.
Kırmızı dairenin içindeki sarı kare ve onun içindeki mavi üçgen şuan için birşey ifade etmiyorsa endişelenme, birşey anlatması gerekmiyor demektir. Arka tarafımızın yine sürrealist bir biçimde açık kalmışlığındandır o.
Bir de herkesin bir gün 15 dakikalığına ünlü olacağını söyleyen sarı peruklu, sivilceli adama seslenmek istiyorum buradan. Televizyon kanallarının öğle kuşağına dek gelirsem her bir programın kaydını alıp kargoyla kendisine göndereceğimdir. İçi rahatlasın, sevinsin birileri onun ne demek istediğini anlamış, hergün insanları meşhur ediyorlar diye. Flört, izdivaç vs programlarının katılımcılarının Chuck Barris 'ten çok bu adama minnettar olması gerektiğini düşünüyorum. Gerçi karı isteyen 70 yaşındaki dedenin ne Chuck Barris 'ten ne de Andy Warhol 'dan haberinin olduğunu sanmıyorum. Bir de Güneş Bey var, kendisi 16 dakika ünlü kalacağını iddia edenlerden...
Toz olmaktansa kül olmayı yeğlerdim!
Kıvılcımımın çakmasını isterdim parlak bir ışıkta.
Boğulmasındansa bir kerestenin çürük oyuğunda.
Muhteşem bir göktaşı olmak isterdim,
Varlığımın her zerresinin,
Görkemli bir ışıltıda olmasını, uykulu ve hareketsiz bir gezegendense.
İnsanın işlevi yaşamaktır, sadece varolmak değil.
Harcamayacağım günlerimi onları uzatmaya çabalayarak
Kullanacağım her anını zamanımın...
Aklıma gelmişken, bu dizeleri yazdığı sanılan, ama herhangi bir elyazmasında ya da kitabında bu şiire rastlanmayan adama seslenmek istiyorum. Bana bu cümleleri senin kurduğunu söyle. Sana ait olmasalar bile, öyleymiş gibi yap, çünkü tam da Jack London 'a yakışan bu cümlelerin adını sanını bilmediğim başka insanlar tarafından yazıldığı düşüncesi hiç de şiirsel değil.
Eşek kulaklı Midas 'a "Ne olursan ol, yine de gel" diyen birileri olsaydı keşke. Birileri insanlara anlatsaydı, anne karnında yakalandığı hastalığın, kulaklarının asimetrik bir yapıda olmasına neden olduğunu.
Kuyuya atılan taşı çıkarmaya çalışan 40 akıllı, malum delinin umrundaydı mıydı acaba? Belki arkalarından kıkır kıkır gülerek başka kuyulara başka taşlar atıyordu.
"Bahçeyi anlatmak isterken gökyüzündeki kuşlardan bahsederek vaktinizi almak istemem." demiş Philippe Sollers. Sevgili yarenim sen daha iyi bilirsin; biz bahçeyi anlatmaya başlayıp yerdeki hamamböceğine dalar, çiftleşen kaplumbağalardan çıkarız.
16 Aralık 2008 Salı
Kaydol:
Kayıt Yorumları (Atom)
3 baloncuk:
Loreena McKennitt dinlemeyeli ne kadar uzun zaman olmuş yahu.. "Uzak diyarlar'da mud oynadığım zamanları getirdin aklıma. Öeeeh yaşlandım a.k
Bu şarkıyı ben de uzun zamandır dinlemiyordum iyi oldu.=)
sevmiyorum bu kadını ben, belki de annem sevdiği için sevmiyorum, bilemiyorum. Lisedeyken deli bir fanı vardı bizim sınıfta Loreena falan yazardı her yere, ne oldu acaba o çocuğa yahu, neyse. Öptüm.
Yorum Gönder