Açtım google'ı. Üşenmeden yazdım phaedrusintheskywithdiamonds.blogspot.com diye. Sonra iki buçuk saat blogger için kullandığım mail adresinin şifresini bulmaya çalıştım. Ve hala Beach House dinleyip şu cümleyi yazmaya çalışıyorum. Geçen iki buçuk saat içinde yazdıklarıma ve yazınlanlara verilen yorumlara bakıp her "hasiktir lan ne güzelmiş" tepkimden sonra biramdan bir yudum aldım. Elimde bir zaman makinesi olsa ilk yapacağım şey zamanı 2009-2010lara döndürmek olurdu. Çünkü hayat acayip keyifliydi o zamanlar. Yuh dedim şu cümleyi yazarken, neredeyse 10 sene olacak. İçeride kedim uyuyor mavili beyazlı battaniye üzerinde. havalar ısındı ama kedi hatrına kaldırmadım battaniyeyi. 20'den sonra bırakayım bu işleri büyümeyeyim artık diyordum da baya baya 25 oldum lan. Eski yazılara bakarken bir dakika durup ne yaptığıma baktım. Elimde tuborg gold (geçtiğimiz yıllarda çok güzel ithal biralar ve şaraplar tadıp damağımı alkol konusunda çok çılgın seviyelere çıkarsam da şu ramazanın ilk gününde gecenin bir yarısı açık olan caanım tekelci amcadan birkaç tane tuborg gold kapmaktan kendimi alıkoyamadım), playlistte Beach House (playlist konusunda biraz gelişme gösterdim sanırım. Artık winamp yerine itunes kullanıyorum ama her geçen gün winampta kendime keyif malzemesi yaptığım winamp ara yüzlerini çok özlüyorum), gözüm bir yandan mubiden izlenecek film seçerken 7-8 sene boyunca bir gram yol katetmediğimi farketmek acayip eğlendirdi beni. Yenilikler; bir adet kahve makinesi (süper bir yenilik), bir adet mısır patlangacı (googleda arattım gerçekten ismi bu), bir adet üç senelik sevdicek (evde oturuyor böyle tatlı tatlı, izlemesi güzel oluyor), camel soft'tan camel deep blue'a geçiş (daha hafif lan), bir adet yüksek lisans (bir olayı yok, hala işsiz işsiz dolaşıyorum ortalıkta. Ama bir dönem çocuklara ingilizce öğretmenliği yaptım ve evet hala çocuklardan nefret ediyorum, sadece seviyeyi artırdım), bolca gelecek kaygısı (akademi kadro açmıyor sevgili okur, açan da özel üniversite oluyor, eşek gibi çalıştırıp kedimin boku kadar para veriyor), az biraz yaşlanma (artık konserlerde dans edince yoruluyorum, o yüzden torununu izlemeye gelmiş nineler gibi "gençler de eğleniyor" deyip kenardan kenardan konser izliyorum -ama Jakuzi diye bir grup dinledim en son, çok hoştu), az biraz da yorgunluk. 2008'den beri blogspot camiasındaysan ne demek istediğimi çok iyi anlayacaksın sanırım. Artık on sene önceki hırsları taşımıyorum, bir devlet üniversitesi bana kucak açsın, bir masa versinler, ben de "mayışımı" alıp kenarda oturup yazdığım şeylere dair bir fikrim varmış gibi davranıp oraya buraya makale yetiştireyim, akşam da evime dönüp akademiyle alakası olmayan kitaplar okuyup puzzle yapayım istiyorum. Okudukça nostaljiyle karışık bir melankolinin sinir sistemine yavaş yavaş yayıldığını hissedebilirsin, ki tam olarak da bunu hissetmelisin. Şahsen böyle hissediyorum ben ara ara. "Evladım okusun da kpsssss'ye girsin, atansın, devlete sırtını yaslasın, kendi gibi bir memur bulsun, iki çocuk yapsın, mobilya taksidi ödesin bol bol, yaz tatillerinde de Didim'de tam pansiyon otellerde iki bıcı bıcı yapıp 65ine kadar tarla, konut vb yatırımlar için götünü yırtıp sonra çocuklarını evlendirmek için kafa siken bir insan evladı olsun" diye çırpınan ebeveynlere sahip olsaydım gelecekle ilgili bu kadar götüm kalkmazdı, bu kadar hayal kırıklığına uğramazdım, facebookta çirkin ve kıllı çocuklarının fotoğraflarını paylaşıp, en büyük derdi gömlekten yağ lekesi çıkarmak olan tiplemelerden biri olur, kafam rahat geçinirdim memur "mayışımla". Tişörtten yağ lekesi nasıl çıkarılır biliyorum ama, olay karbonat, sirke + çamaşır makinesine bakıyor, bilgin olsun. Sonuç olarak böyle bir insan olmadım ve whatsapp aile grubunda çirkin çocuklarının fotoğrafını paylaşıp "yakışıklı oğluşum" diye geveleyen kuzenlerime cevap olarak "sen insan değil maymun doğurmuşsun" yazıp geri silerek eğleniyorum. Ama bir gün dayanamayıp kedimin fotoğrafını yollayıp "yakışıklı oğluş böyle olur" yazmayı düşünmüyor değilim. Hala eşek gibi para biriktirip Interpol'un Turn on the Bright Lights Avrupa turnesinin ilk ayağı olan Prag'a gidip tüm parayı Kafka müzesine gömmenin Marmaris'te beş yıldızlı otelde geçen açık büfeli, bol çocuk bağrışmalı, sarhoş rus turistli bir haftalık memur tatilinden çok daha başarılı bir etkinlik olduğunu düşündüğüm için kendimle gurur duyuyorum (bu noktada benimle beraber Deerhunter- microcastle aç ki aynı ruh halinde ilerleyelim). Neyse okur, hala buralardaysan bil ki ben de buralarda olmaya çalışıyorum, pek başaramasam da. Hala senin beş sene önce yazdığın yazıları okuyup keyifleniyorum ve hala kanepede oturup Downton Abbey izleyip göt büyütmekten acayip zevk alıyorum.
Son olarak; önünde iki seçenek olsa, biri son zamanlarda karşına çıkan tek iyi iş imkanı olsa, özel bir üniversite araştırma görevliliği kadrosu açsa (eğer kabul etmezsen bir sonraki üniversite kadrosunun kim bilir ne zaman açılacak olması durumunda) ve sen başvurup kabul alırsan bundan bir ay sonra işe başlama imkanına sahip olsan , bir diğeri de bok gibi geçen bir 2016 (eve kendinden nefret ede ede döndüğün dandik bir iş, kanser ve minimal düzeyde bir depresyon, ve dakika başı olan patlamalarla geçen bir sene) ve görece daha iyi geçen bir 2017 boyunca para biriktirip planladığın bir Amsterdam-Barselona-Prag tatilin olsa ve birini seçtiğin takdirde diğerinden vazgeçmen gerekse, hangisini seçerdin lan?
28 Mayıs 2017 Pazar
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)