- "Fransızca çalışmam lazım benim" deyip elimdeki işleri bırakmamın üzerinden bilmiyorum kaç saat geçti ve fransızca kitabını hala elime almış değilim. Oturup bilgisayar ekranına bakarken Wes Anderson'ın son filminin ne kadar da süper olduğunu düşünerek saatler harcamış olabilirim. Filmleri senin benim gibi içselleştiren insanlar için daha çok Anderson-vari film yapılmalı. "Excuse-moi, je ne pensais pas entendre jamais des trucs pareils, et de toi, venant de toi, alors là!" (ara sıra kimsenin duyamayacağı şekilde kendi kendime kitaptan replikleri dramatik tonlarda okuyor (özellikle alors là kısmı çok hoş oluyor), kendi kendime selam çakıp alkış tutuyorum, ne var...).
- Uzun süredir dersler için okumak durumunda kaldığım kitaplar dışında elime kitap alamıyorum. Norton'u bir kenara bıraksam Hamlet alıyorum, bilmem kaç yılında yazılmış bir Restorasyon dönemi oyununu bitirsem kendimi Woolf okurken buluyorum ve okuyucu, inan bana, ben Virginia Woolf'tan hiç haz etmiyorum. Woolf'a karşı duyduğum antipatinin %30'unu edebi temellere dayandırırsak, %70i tamamen kadına duyduğum gıcıklıktandır. Sebepsiz, huysuz, saf bir gıcıklık, evet.
- ... et la mort, c'est aussi un examen?!
-Yukarıdaki paragrafları yazmamın üzerinden 1-2 ay geçmiş bulunuyor ve madem artık düşünecek sınavlar, nefret beslenecek kadın yazarlar kalmadı, bir şeyler karalamamak için bir sebebim yok. O kadar işsiz ve boşum ki, kendimi sürekli kitaplar ve filmlerle meşgul tutuyorum, yapacak bir şeyim olmasa bile "ne güzel yahu o kadar boşum ki istediğim kadar sıkılabilirim bile" diye düşünüp yine keyifleniyorum. İnek bir öğrenci mi yoksa uğraştığı şeylerden garip bir haz alan bir öğrenci mi olduğuma karar veremesem de çok başarılı bir şekilde bu dönemi de kapatmış bulunuyorum. Arkamda şiş parmaklarla yazılmış onlarca sayfa Shakespeare makalesi, bir o kadar 18. yüzyıl şiiri üzerine içten içe küfredilerek yazılan makaleler, 19. yüzyıl şiiri üzerine ise ayrı bir sevgiyle yazılmış bol miktarda sınav kağıdı bıraktım. Şimdiyse okulda okumamızı istedikleri tüm yazarları kitaplığın derin köşelerine kaldırıp elime Woody Allen'lar, Jonathan Safran'lar, Melville'ler aldım. Üzerine bilmem ne formatında 10 sayfalık makale yazmayacak olmanın verdiği rahatlıkla her kitabın keyfini çıkarıyorum. Evet biliyorum benden nefret ediyorsun ama bu Garfield tembelliğini çok özlemiş olduğumu inkar edecek değilim blogger.
- Bu muhhteşem tembelliğin yanında temmuz başı Dublin yolculuğu için çılgınca bucket list hazırlamaya başladım ve evet listeye sadece Trinity College Kütüphanesi'ni talan etmeyi ekleyebildim. Aklıma hiçbir şey gelmiyor ve tek korkum "lanet olası tembellik" yüzünden günlerimi dizi izleyerek geçirmek dostum!
- Bunların hepsini bir kenara bırakırsak, son zamanlarda başıma gelen en atraksiyonlu olay abimin kedisi tarafından saldırıya uğramam oldu (ve daha önce bir kedi saldırısına tanıklık ettiysen ne demek istediğimi anlayabilirsin). Normalde kedi anneliği sıfatıyla bir pro olduğumu rahatlıkla iddia edebilirim ama sanırım hesaba katmadığım tek şey bazı kedilerin (özellikle yeni doğum yapmış anne kedilerin) bir kediden çok bir vaşak kimliğine büründükleriydi ve kanımca tek suçum üstüm başım kendi kedimin kokusuyla kaplıyken ortalıkta gezinmekti. Belki tüm bunların farkında olsaydım ve evden bir adım dışarı atmasaydım, muhtemelen Dublin'de de ağrı sızıyla bana pek rahat vermeyecek gibi görünen paramparça iki bacak ve bir adet topukla, evin içinde Quasimodo yürüşü yapıyor olmayacaktım. "Evin kapısı kapalı mı? Hızlıca içeri girip odama saklanmış olabilir mi? Gece uyurken bir yerlerden fırlayıp suratımı Exorcist-vari bir görünüme sokabilir mi?" vb. paranoyalarla geçen günlerim, gözlerini sürekli kedimin kaldığı balkona diken ve ilk fırsatta eve girip kara kuru kedimin gözlerini oymayı, benim de bağırsaklarımı deşmeyi kafaya koymuş gibi görünen Maya adlı vaşak sayesinde iyice çekilmez oluyor. Yine de her girdiğim odanın kapısını arkamdan hızlıca kapatarak ya da koridora girmeden önce köşeden dış kapının açık olup olmadığını kontrol ederek can güvenliğimi sağlama alıyorum. Sevgili annem minik sevimli vaşağına göz kulak olduğu ve dış kapıyı her daim kapalı tuttuğu sürece hayatta kalabileceğimi düşünüyorum sevgili blog. Yine de belli olmaz, birkaç gün içinde benden haber almazsan polisi ara. Polisin de işin içinde olduğunu düşünürsen kendine craiglist'ten bir özel dedektif tut (mümkünse kısa boylu, cebinde cinayet romanları taşıyan, şarap düşkünü, melankolik ve Ted Danson gibi havalı arkadaşları olan birini bul).
26 Haziran 2014 Perşembe
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)