
Direk konuma geçiyorum, zira yazıya nasıl başlayacağıma karar veremedim. Yazıp sildim cümlelerimi. Boşver dedim artık aklıma ne gelirse (Bu üç cümleyi yazarak bir giriş yapmış oldum aslında yazıya, gördüğün gibi hiçbir zaman konuya tam dalış yapamayacağız) ...
Yarın akşam annemin kuzeni evleniyor. Annemin kuzeni dediysem ikinci bahar falan değil sakin ol, kızımız daha 25-26 yaşlarında, 2 yıldır ingilizce öğretmeni (Kızı dest-i izdivç a çıkarır gibi oldu, ilginç geldi bir an). Çok severim kendisini, ben de gideceğim o düğüne! (Sanki götürülmezsem düğünde bomba patlatacakmış havasında söyledim, bu da ilginç geldi bir an.) Hayır aslında tüm hevesim; gelinliği annesi, babası, damat vesaire hariç, herkesten önce benim görmüş olmamdan kaynaklanıyor. Üstüne kritik yaptığım gelinliğin bulunduğu düğünde olmayacaksam ne önemi kalır tüm o eleştirilerin, "oyy şunun tacındaki çiçeklere baak" gibisinden beğeni gösterilerinin vs vs? Her ne kadar gittiğim anda pişman olacağımı bilsem de... Bknz. anne, teyze tayfasından => "Turşucuuum kalk hadi oynasanaaa, hadi bak vallahi darılırım, küçükken böyle değildin sen, oynardın hoppidi hoppidi." Yahu kadın! Sen diyorsun "küçükken" diye. Küçükken altıma da yapıyordum hoppidi hoppidi, bu mu istediğin?? Herşeye rağmen düğünlerde bizzat zevk aldığım birşey vardır. Oturduğun sandalyeye iyice gömülüp milleti dikizlemece; pastaları çiğnemeden yutmaya çalışan teyzeler, çakır keyfi olmuş, ortada halay çeken amcalar, amaçsızca ayak altında koşuşturup, aniden yere toto üstü çakılıp zırlayan veletler, özellikle anne, teyze tayfasının düğünle ilgili yorumları ( ne yorumu, şurda biz bizeyiz, dedikodu işte bal gibi dedikodu)... Ben akraba işleriyle pek ilgili biri değilimdir. Kim kimin halasıdır, şu kimin kuzeniymiş vesairelerle kafamı meşgul edemem hıh. Bir de anne-baba iki taraf da baya bir kalabalık olunca bilmek de işime gelmiyor. Ama şu düğünlerde bakınıyorum da, iyi ki bilmiyorum kim kimdir. Sokakta her gördüğüm yaşlı teyzenin ordan burdan bir akraba çıkma olasılığı yüzünden zaten ayda yılda bir dışarı çıkardığım kafamı iyice gömerim, o olur. Sevmiyorum yol ortasında durdurulup öpülmeyi, annemin şu taraftan halasının bilmemnesinin kızının nasıl olduğuyla ilgili rapor vermeyi falan. Tanımadığım adam hakkında "İyiymiş iyiymiş" diye geveleyemem. Ya adam öldüyse? Yalan söyledin, gizledin bizden diye kafama vurmazlar mı sonra?
Aslında benim bahsetmek istediğim konu bu değildi (Niye bahsediyorsun o zaman? deme çok kırılırım. Bu arada şu parantezlere bir sınır koymalı artık). Evlilik diyordum ben. "Evlilik öncesi boşluk hissi" diye birşey varmış. Yani yok öyle bir isim ama nikah öncesi gördüğüm tüm müstakbel gelin-damatlarda öyle bir duygu hakim. "Hiç evleniyormuşum gibi gelmiyor" diyor. Neden acaba? Hani bende öyle bir duygu olsa şüphelenirim "Noluyoruz yahu" diyerekten. Dolaylı yoldan kuzenim olan, sevgili müstakbel gelin bunu söyledikten sonra üzerinde düşünmeye başladım olayın. Bir kere herşeyden önce, 30-40 yıl aynı evde yaşayacağın insan düşüncesi ürkünç birşey (ürkünç= korkunç + ürkütücü. saygı duy lütfen, ilginç bir kelime bu). Hayır tanımak lazımdır, ön hazırlık olarak bir süre birlikte yaşamak lazımdır (ev arkadaşı bir nevi, ya anlaşamazsan, ya diş macununu ortadan sıkıyorsa, banyoda şarkı söylüyorsa ve sesi de kötüyse => doğal karşılamak lazım sırf diş macunu yüzünden kaç evde kavga çıkıyorduk kim bilir). Atıyorum, 30 yaşında evlendin. Karşındaki insan senin görmediğin ve göremeyeceğin 30 sene yaşamış, aynı şekilde sen de öyle. Dexter izlerken "kan! oh yes doğra adamım" diyorsun ama piyango sana çıkmasın... Bak mesela 20 yıl aynı hayatı paylaşırsın sonra eşcinsel olduğunu öğrenirsin, "numara mı yaptın kalleş" diye bağırırsın. Bu cümlelerin altında bir ses evlenme ulan evlenme! diye bağırmıyor yanlış anlama beni, böyle bir insan değilim aslında. Sev, sevil, seviş diyorum ben de. Ama aynı zamanda benliğinin bardağın boş tarafını gören kısmından da seslenmeden edemiyorum. Ayrıca biliyorum konuyla çok alakasız, saçma sapan birşey ama söylemezsem içimde kalır, gece rüyama girer, kötü olurum, midem falan ağrır. Şu an dışarıda feci bir yağmur var, şimşek falan çakıyor, gök gürlüyor, hava kapkaranlıkken birden aydınlanıyor vs. Az önce de elektrik gitti geldi, blogspot 'un dakika başı kaydetme özelliği sağolsun, yazım kaybolmadı. Ne diyordum? Heh, bilgisayardan mıdır bilmiyorum ama vücudumda bir elektrik akımının dolaştığını hissediyorum. Küçük voltajda çarpılmışlığım vardır baya, özellikle yeni kapanan küçük televizyonun antenine antenine dokunmaların sonucunda.. Parmaklarımda, belimde, kolumda, boynumda sürekli bir karıncalanma, iğne batması hissetmekteyim, tırstım lan birazdan kapatacağımdır bilgisayarı, televizyonu açacağımdır nihahaa! Neyse nerede kalmıştım? Evet bardağın diğer tarafı diyordum. Aşk, meşk güzel şeyler, "make love" ama "Ah güveniyorum ben, ne güzel işte hergün yeni bir huyunu keşfediyorum aşkitomun" diye dolaşma etrafta. Yarın öbür gün toplarız dağılmış vücut parçalarını, aşkiton da arkandan "Ben yapmadım, bir an bir ses duydum, gözüm karardı, içime başka biri girdi, o yaptırdı" diye ağlar. Evlilik güzeldir belki, ama bekarlık da güzeldir, iyi düşün, arada bir boşan, sonra fantezi olsun tekrar evlen falan..... (Elektriği daha iyi hissetmeye başlamadan önce defolup gitmeliyim blogger, son yazımı yayınlamadan, yağmurlu bir kış günü ölmek istemem. Görüşürüz, kendine iyi davran, yağmurlu havada kahve al kendine, şömine yak, kitap oku, elektronik aletlerden uzak dur falan feşmekan...
Çukurnot: Ayrıca olacaksa bir düğün White Wedding çalmalı, Billy Idol lar hoplayıp zıplamalı o mekanda derim. Ve yine içimde kalmasın, gece rüyama girmesin, midem ağrımasın diye 5 dakika daha bekliyorum şu muhteşem üçlüyü buraya iletmek için, buyrun blogger;
Billy Idol- White Wedding
Deathstars- White Wedding
Murderdolls- White Wedding